İş için de olsa Paris'te olmak güzeldi. Fırsat buldukça yürüdüm, gezdim, yedim ve de içtim. Bu fotoğrafı çektikten otuz saniye sonra da Natalia Vodionova bisikletiyle yanımdan geçip gitti...
31.08.2011
25.08.2011
her şey böyle başladı - 1
1987 yılının bir Ağustos sabahı çalışan kontakla başlayan yolculuk Selanik-İgomenitsa-Napoli-Roma-Floransa-Marsilya derken Paris'e uzandı. Paris o kadar çok sevildi ki sadece onu görmek için bir sefere daha çıkıldı.
Şimdiye kadar yurtdışında gördüğüm şehirler arasında yaşamak istediğim tek yer galiba Paris. Ama gördüğüm zamanki kafayla şimdiki başka elbet. Misal çok pahalıymış yahu bu şehir... Aradan o kadar yıl geçti ve benim yolum bu sefer iş için düşüyor Paris'e. Bu sebeple şimdiye kadar pek de heyecan yapmamışken geçen gün aldım haritayı elime ve flashbackler sayesinde ne kadar çok özlediğimi fark ettim. Belki pek bir yerini göremeyeceğim ama önümüzdeki 5 gün Paris'in havasını soluyor olacağım.
21.08.2011
18.08.2011
kitaplardan söz edelim
Evde her zaman raflar dolusu kitap vardı; bu nedenle anlayamadım asla kitapsız evleri. Yaz tatillerinde sabah serinliğinde kalkar, uzun uzun kitapların kapaklarına ve isimlerine bakardım. Okunacaklar, okunmuşlar, okunmak istenenler, ilgi çekmeyenler... Birkaç gündür balkondan gelen serinliğe sırtımı verip kütüphanedeki kitapları izliyorum. Tatil olsa keşke...
17.08.2011
istanbul'un papağanları
Bilen bilir İstanbul'un çeşitli yerlerinde papağanlar çıkabilir karşınıza; kafes içerisinde olanlardan bahsetmiyorum elbette. Görebilmek için yapmanız gereken etraftan gelen kuş seslerine dikkat etmek ve gökyüzünü izlemek. En bilinen papağan kolonisi Topkapı Sarayı'nın bahçesinde olup doğal olarak Arkeoloji Müzeleri'nin bahçesine de yayılmışlardır. Benim bildiğim kadarıyla İç Levent'te ve Maçka Parkı'nda da varlar. Nereden geldiklerine dair bir kaç yorum var, bence en kabul edilebiliri kaçak yakalanıp doğaya salınanlar. Nitekim Küçükçekmece'de yaşayanlar zamanında az muhabbet kuşu sahibi olmamışlardır havaalanından salınan kaçak kuşların salınması sayesinde.
Sabahları burada bir çift kuş uçuyor, o bet sesleriyle tur atıyorlar. Daha göremedim tam ama papağanlar galiba. Arada kırlangıç da görüyorum fakat akşamüstleri Şişli'nin üstünü çığlıklarıyla pazar yerine çeviren ebabillerden eser yok.
Sabahları burada bir çift kuş uçuyor, o bet sesleriyle tur atıyorlar. Daha göremedim tam ama papağanlar galiba. Arada kırlangıç da görüyorum fakat akşamüstleri Şişli'nin üstünü çığlıklarıyla pazar yerine çeviren ebabillerden eser yok.
11.08.2011
bütün iyi kitapların sonunda bütün gündüzlerin, bütün gecelerin sonunda meltemi senden esen soluğu sende olan yeni bir başlangıç vardır
Ne kadar büyük bir klişedir zamanın su gibi akıp gittiği, göz açıp kapayıncaya kadar ayların, yılların devrildiği; ve ne kadar da doğrudur! Daha dün gibi aklımda bir iki kere transit geçmek dışında ilgimin olmadığı bir semte yerleşmem.
10 sene önceyi hatırlıyorum: sağanak yağmur yağıyordu ve ben Mecidiyeköy'ün önündeki gölü atlamış, bir kapıya sığınmıştım. Yağmur o kadar şiddetliydi ki "pastırma yazı" diye birşey olmasa ve güneşin elbet açacağını bilmesem Yüzyıllık Yalnızlık'taki gibi yıllarca, aylarca, günlerce bitmeyecek bir yağmurun başlangıcına tanıklık ettiğimi düşünebilirdim. Yağmur durdu, eve gidebildim. Üç beş eşya taşıdığım, yüksek tavanlı, ilk görüşte vurulduğum kutu gibi evime. Ve çok sevdim o evi. Sevmesem dokuz yıl on ay boyunca o kadar kavga, ayrılık ve ölüm yaşadığım, duvarlarının boyası eskiyen, suyu akmayan, az güneş gören bir eve nasıl katlanabilirdim ki? Yine de bir yerde çıkıp gidivermek istiyor insan. Eskiye dair silmek istenen şeylerin son kırıntılarını silkelemek isteği sanki. Ben de nereden çıktığını asla anlayamadığım o kadar eşyayı topladıktan sonra dönüp baktım; geride kalan grilik o kadar iç eziciydi ki hızlıca çıktım evden ve aynı derecede sıkılmış olduğum sokağı geçip yeni bir muhitte aldım soluğu.
Dışarıda sağanak yağmur var; yeni evime geçtim geçeli ilk sağanak bu galiba...
10 sene önceyi hatırlıyorum: sağanak yağmur yağıyordu ve ben Mecidiyeköy'ün önündeki gölü atlamış, bir kapıya sığınmıştım. Yağmur o kadar şiddetliydi ki "pastırma yazı" diye birşey olmasa ve güneşin elbet açacağını bilmesem Yüzyıllık Yalnızlık'taki gibi yıllarca, aylarca, günlerce bitmeyecek bir yağmurun başlangıcına tanıklık ettiğimi düşünebilirdim. Yağmur durdu, eve gidebildim. Üç beş eşya taşıdığım, yüksek tavanlı, ilk görüşte vurulduğum kutu gibi evime. Ve çok sevdim o evi. Sevmesem dokuz yıl on ay boyunca o kadar kavga, ayrılık ve ölüm yaşadığım, duvarlarının boyası eskiyen, suyu akmayan, az güneş gören bir eve nasıl katlanabilirdim ki? Yine de bir yerde çıkıp gidivermek istiyor insan. Eskiye dair silmek istenen şeylerin son kırıntılarını silkelemek isteği sanki. Ben de nereden çıktığını asla anlayamadığım o kadar eşyayı topladıktan sonra dönüp baktım; geride kalan grilik o kadar iç eziciydi ki hızlıca çıktım evden ve aynı derecede sıkılmış olduğum sokağı geçip yeni bir muhitte aldım soluğu.
Dışarıda sağanak yağmur var; yeni evime geçtim geçeli ilk sağanak bu galiba...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)