15.07.2017

yine yeniden paris


Biraz önce ıhlamur kokuları altında oturduğum Sorbonne'un kapısından kalkıp yavaş yavaş buraya geldim. Ağaçlarla gölgelenmiş durgun bir havuz, akmayan bol heykelli bir çeşme, etrafta sandalyeler... Biraz da burada oturuyorum, yaşadığım şehirde/ülkede park denilen şeye o kadar hasretim ki... Akşama kadar yapacak işim yok, bir o yana bir bu yana sürtebilirim. Sonra hanımla buluşup en fazla yirmi kişinin sığabileceği bir Fransız bistrosunda evliliğimizin dördüncü yıl dönümünü kutlayacağız. Evet evlilik yıl dönümü ama ikimiz de ayrı takılıyoruz bir gün genelde gittiğimiz şehirlerde. Ve evet sırf da bu yüzden, yalnız gezebilme lüksünü de barındırdığı için evliyim ben bu hatunla zaten.

Hemen ileride bir havuz, havuzun içinde mini mini yelkenliler, yelkenlilerin peşinde ellerindeki çubuklarla kıyıya yanaşınca onları suyun ortasına doğru iten veletler. 26 sene önce bir eylül öğleden sonrasında da aynı yerde oturmuştuk da aklımda bu havuz ne kadar da büyük kalmış o velet halimle. Hiç unutmuyorum bir velet yelkenlisinin peşinden tepemize çıkmıştı, acaba nerelerdedir o şimdi?

25.04.2017

selanik'te ilkbahar


İstanbul'da bahar ancak mimoza bazında kendini göstermişken Selanik'te erguvanından leylağına ve elbette mor salımına renkli aşamaya geçilmişti çoktan; ne de olsa Bizans'ın bir mirasçısı. Sırtımızı güneşe verip bir terleye bir üşüye şehrin eski mahallelerine köhne binaların arasından çıkarken bir yerde gelip kayboluyoruz. Ben haritadan yolu bulmaya çalışırken bir gecekondunun önünde serili çarşafa oturmuş üç velet o mahalleye yolu düşen her ecnebinin ikameti olan hosteli aradığımızı düşünerek bize laf atıyorlar: "Hostel Arabas?". Halbuki biz Tsinari'yi arıyoruz ve tek derdimiz çınarın altında oturup bir kahve içmek: "No, Çinari?". Bu lafın üzerine en fırlamaları olan ortanca velet "Çınarı arıyolar la, kalkın gösterek". Bundan sonrası meslek icabı soru sormayı çok seven hanımın da yeteneğiyle çorap söküğü gibi geliyor. İsimleri Asret, Etem ve emzikli olan en küçüğü de Üseyin. Kızanlarmış. Asret dördüncü sınıfa Etem birinci sınıfa gidiyor. Evet Çınar'da kafeteryalar varmış hatta Etem'in dedesi orada dümbelek "çaliyir"miş ama artık ihtiyarlamış. Üseyin'in anası "dışarlıklı"ymış, yani buradan değilmiş. Hayır ana babaları merak etmezmiş...

Birinci dünyanın en kaymak tabakası Avrupa Birliği'nin taşrasında bir kenar mahallede Çingen çocukları görmek beni nedense üzüyor. Herhalde sebebi Makedonya'nın bir dağında yaşayan dedem ve anneannemin bu çocuklar kadarken yüzyıl önce günlerce yürüyerek bu şehre gelmeleri, aşağıdaki limandan gemiye binip yepyeni bir hayata doğru yol almaları. Nadir ve Zeynep bir şekilde o yolculuğu atlatmış, savaştan  yenik çıkmış bir imparatorluk başkentinin kırsalına zorla yerleştirilmiş. Yepyeni bir dil öğrenmek zorunda kalıp yepyeni kimliklere sahip olmuşlar. Sonra birbirlerini bulmuşlar falanlar filanlar...

İşte tesadüfler birbirini kovalamış ve ben olmuşum. Yıllar sonra Selanik'e gelmişim. Sahilde dolaşıp gençlerin ot tüttürdüğü limanda güneşe karşı yayılmışım. Karnım acıkınca Modiani Pazarı'na gidip bir lokantaya oturmuşum. Fonda rebetikolar çalarken küçük tabaklarda "mezes"ler gelmiş, tadları idare etse yanına bir kadeh uzoyla hayat bana güzel olmuş. O an dünya yansa umurumda olmazmış...

8.03.2017

8 mart







Olur da ölmeden önce  dinlemek istediğim son müzik nedir diye sorulacak kadar şanslıysam cevabım yukarıdadır... Ha söylemeyi unuttum, ben dünya gözüyle Helene Grimaud dinlemiştim de blog nedense sık geldiğim bir yer olmadığından kaynamış arada.

19.02.2017

new york prelüd: swissair

Bugünlerde Türkiye uçuşlarına ara vermiş olan Swissair'da İstanbul-New York uçuşunu emsallerine göre kelepir fiyata yakalayınca üzerine atladık; ne de iyi yapmışız. Uçakları rahatça, yemekleri güzel, ikram edilen İsviçre çikolataları leziz, uçak içi eğlence sistemi güzeldi. Her ne kadar dönüşte bizim ekranlar çalışmasa da karşılığında 2 yıl geçerli 50 dolar indirim çekini kapmış olduk.

ABD'ye Zürih aktarması ile giderken geçerli bir ABD vizeniz olması yetiyor, Şengen'e falan bakmıyorlar yani.

Umarız ilkbaharda seferlere tekrar başlarlar da hediye çekimizi kullanmaya fırsat buluruz...

12.02.2017

pisa


 Floransa'ya gitmek için Pisa Galilei Galileo Havaalanı'nı kullandığımıza göre neden meşhur kulesni görecek kadar Pisa'yı da görmüyoruz? İki şehir arasında hem otobüs hem de tren seçenekleri var. Nitekim gidişte havaalanından çıkıp sağa dönünce karşınıza çıkan iki firmadan birinin külüstüre yakın otobüsleriyle 5 euro verip bir saat sonra Floransa'nın Santa Maria Novella tren istasyonuna ulaşıyorsunuz; biz yaptık oradan biliyorum. Bunun üzerine dönüşü de trenle yapıyoruz. Yine aynı yerden 20 dakikada bir kalkan trene binip bir saat on beş dakika sonra Pisa Centrale'ye ulaşıyoruz. Bavulları emanete bırakıp başlıyoruz meşhur kuleye doğru yürümeye...


Yarım saatte Campo dei Miracoli'ye varmak mümkün, nasıl olsa vaktimiz de varken revaklı kaldırımları, küçük meydanları, ara sokakları falan derken Pisa'yı seviyor insan. Çimenlik alanda bol bol turist kuleyi arkasına alıp enteresan pozlar veriyor tam da beklendiği gibi. Bir de bilet parası verip müze vs göresimiz olmadığı için eğri kulenin ve duomonun etrafında dolanıp tekrar tren istasyonuna dönüyoruz.


Havaalanı şehre yakın, istenirse yürünür de öyle bir niyetimiz olmadığından PisaMover'ı kullanmaya karar veriyoruz. Tren istasyonunda inşaatların arasından geçip fotoğraftaki duraktan(!) otobüse binip 20 dakika sonra da havaalanına varıyoruz, biletinizi ise garın girişindeki gazete bayiinden alın ki o kadar yolu geri yürümek zorunda kalmayın. Havaalanı küçük, bekleyen bol bol İngiliz nedeniyle oturacak yer kısıtlı. Aklınızda bulunsun... 

5.02.2017

firenze


Eğer sanat, tarih ve futbolla hayatınızın bir döneminde içli dışlı olduysanız eninde sonunda kendinizi Floransa ile ilgili bir şeyler okurken bulursunuz. Ne de olsa Medicilerin ve onların zenginliğiyle önayak olduğu Rönesans'ın memleketinden bahsediyoruz. Ha bir de mor formasıyla Batigol'ün...


Medicilerin o tüm zenginliği şehirdeki müzelerde sergileniyor ve dolayısıyla adamların zamanındaki yatırımları hala şehre para kazandırmaya devam ediyor. Görülmesi gereken yerlerin başında Uffizi Galerisi var. Botticelli'nin Venüs tablosu en bilinen eser buradaki. Yazın özellikle bilet sıraları uzun olduğundan internetten almakta fayda var, bir 4 euro da ekstra ödemesi var gerçi. Caravaggio, Michelangelo, da Vinci, Raphael, Titian ve diğer Rönesans ağırlıklı eserleri gördükten sonra ikinci müzeye geçebiliriz: Accademia. Her ne kadar görece küçük de olsa Michelangelo'nun başyapıtı Davud'u önünde uzun, upuzun bir zaman geçirmeye hazır olmak gerekiyor. Bu görkemli heykele giderken sağlı sollu sergilenen Michelangelo'nun bitmemiş eserleri de ayrı ayrı ilgiyi hak ediyor.

Gelelim tüm şehirde pazartesi müzeler kapalı olduğundan bizim zamansızlıktan göremediğimiz ama görülmesi gereken diğer yerlere: Nehrin öte tarafında kalan Palazzo Pitti ve Bolboli Bahçeleri, harika heykellerin olduğu Bargello, Galileo, Michelangelo, Machiavelli ve Dante'nin mezarlarının bulunduğu Santa Croce, freskolarıyla meşhur Cappella Brancacci... Tüm bunlar Floransa'ya bir daha gelmek için bahanedir belki de...

Elbette görmesi bedava olan yerler de var. Her ne kadar müzesi, çan kulesi ve kubbesine çıkması paralı da olsa Duomo'nun içini ve elbette ki kubbede yer alan o muhteşem Vasari ve Zuccari'ye ait freskoyu görmek ücretsiz. Zaten Duomo öyle bir yapı ki görkemine ve ayrıntılı işçiliğine hayran olmak için dönüp dolaşıp geleceğiniz yer ayaklarının dibi zaten. Davud'un replikasıyla birlikte birçok heykelin de bulunduğu Palazzo Vecchio ve Piazza Signoria şehrin meydanları ve her daim kalabalık.  Ponte Vecchio'dan yürüyerek Arno nehrinin karşı tarafına geçip şehri ve güneşin batışını seyredebileceğiniz tepe ise Piazzale Michelangelo. Orsanmichelle ise bu kadar şatafatın gölgesinde kalmış, zamanında eski bir tahıl ambarından kiliseye çevrilmiş, şimdi ise dışında yer alan 14 heykelin sergilendiği bir müze. Ha bir de alışveriş yapmasanız bile Santa Maria Novella Manastırı'nın parfümler, kremler, içkiler satılan dükkanını adeta bir müze gezer gibi gezmenizi öneririm.



Yeme içme meselesine gelirsek: sonuçta İtalya'dasınız, her daim güzel yemek bulma imkanınız var. Bazı meşhur mekanlarda yazın rezervasyonsuz yer bulmanız sorun olabilir. Ama buraya kadar gelmişken benim gibi bir sakatatseverden size tavsiye: haşlanmış işkembeyle yapılan sandviç lampredotto bir harika!

22.01.2017

polonya: yiyelim içelim



Denizden uzaklaşınca otomatikman deniz mahsülleri yemeklerden çıkıp yerine daha çok hamur işi, et ve sebze giriyor. Polonya mutfağında bol bol çorba var: nitekim ilk fotoğraftaki zurek (yumurta+mantar+sosisli ekşi çavdar çorbası) en meşhurlarından. Yine tüm ülke mutfaklarında kendine bir şekilde yer bulan mantı benzeri hamur işi de burada pierogi olarak vücut buluyor, hem tatlı hem tuzlu çeşitleriyle. Polonya mutfağı demişken "bar mleczny" olgusundan da bahsetmek lazım. Özellikle komünizm döneminde ucuza yemek yeme mekanları olan "süt barları" son yıllarda tekrar moda olup doğal olarak biraz da turistikleşmiş. Sıraya girmeden duvardaki menüden ne yiyeceğinizi belirleyip (ki genelde İngilizce menü pek yok) kasadaki aksi ve kısa saçlı teyzeye siparişinizi veriyorsunuz. Ödemeyi yapıp siparişinizin yazılı olduğu küçük kağıdı bir sonraki pencereye uzatıp yemeğinizi alıyorsunuz. Daha sonra kendinize bir yer bulup, kalkarken de tepsinizi yine bir pencereden teslim ediyorsunuz. Yemekler genelde güzel ve evet fiyatlar çok ucuz. Yine Nazi işgaline kadar Avrupa'nın önemli Yahudi merkezlerinden olan Krakow'da klezmer dinleyip geleneksel Yahudi yemekleri yiyebileceğiniz yerler mevcut.



Polonya'da hamur işleri güzel demiştik. Mesela tüm dünyada tanınan bagelin çıkış kaynağı Krakow Yahudi cemaati. Sokaklarda pretzel satan tezgahlara da rastlanıyor. Benim hastası olduğum bir yemek ise zapiekanka oldu. Metrelik ekmeğin üzerine peynir ve tercihe göre başka malzemeleri de fırına atınca ortaya tam bir sarhoş yiyeceği çıkıyor. Nitekim cuma ve cumartesi geceleri Krakow'un Kazimierz semtindeki Plac Nowy'deki namlı zapiekanka tezgahlarının önünde upuzun sıraları görmek mümkün.



Polonya'da bira bol ve ucuz. Nitekim 2016 Bira Endeksi'ne göre Avrupa'daki en ucuz 3. bira şehri Krakow. Biradan daha sert bir şey içmek isteyenlere de geniş bir votka menüsü sunuyorlar. Hediyelik getirmek isteyenlere de şişesindeki bizon resmiyle üne kavuşmuş "zubrowka"yı öneririm. Alkolsüz içecek peşinde olanlara da özellikle bar mlecznylerde bol bol kompot olduğunu hatırlatayım, ama tıpkı Rusya'daki gibi bizim kompostoya göre çok az şekerli.

8.01.2017

baltık: yiyelim içelim

Baltık seyahatindeki herhalde en güzel şeylerden birisi de deniz mahsülüne (özellikle de somona) doymaktı. Yanında da mantar, patates, lahana veya pancar olmazsa olmazı. Ayrıca av hayvanlarına da menülerde sık sık denk geliyorsunuz, ilgililere duyurulur. Helsinki'de Kappeli'de kahvaltıda somon çorbası içmek mümkün. Şehirde ucuza yemek yemenin bir başka yolu da pazar meydanındaki tezgahlardan balığınızı almak. Helsinki'deki tüm restoran ve kafelerin güzel yanı ise tezgahta beleş su servisi olması. Diğer üç ülkede ise ortaçağ temalı restoranlar sık sık karşınıza çıkıyor. Fazla turistik olduğundan bulaşmadık ama ucundan görmek için Tallinn ana meydanındaki III Draakon'a bakabilirsiniz. Nitekim Vilnius'taki Lokys ise aynı yemekleri daha ucuza ve bir restoran ortamında sunduğundan şiddetle önerilir.

Bizim gibi yazın giderseniz pazarlarda çeşit çeşit orman meyvelerinin satıldığını göreceksiniz, ama her birinin kiloyla değil de litre olarak satılmasına da şaşıracaksınız. Bu meyvelerle yapılmış envai çeşit tatlı ise bulmuşken denenmesi gerekenlerden. Tatlı demişken Rus etkisiyle "bilini"lere de rastlamak mümkün: misal Tallinn'deki Kompressor'a bir uğrayın derim. Trakai'ye gitmişken de Karay Türkleri'nin milli yemeği "kıbın"ı yemeyeni dövüyorlardır muhtemelen.









Baltık seyahatinin bir başka güzelliği ise bol bol bira içebilmek. Nitekim birçok restoran kendi birasını yapmakta. Mesela Tallinn'deki Beerhouse ve Hell Hunt olsun, Riga'daki Alus Seta veya Vilnius'taki Snekutis olsun hem çeşit çeşit biraları hem de biranın yanına getirdikleri yemekleriyle hala burnumda tütüyor. Yine Rus etkisiyle alkolsüz bira kvas da sık bulabileceğiniz bir içecek. Gitmişken oranın geleneksel içkisi nedir deneyeyim diyorsanız benim gibi, Estonya'da Vana Tallinn, Letonya'da da Black Balsam tam size göre. Son bir not: Finlandiya'nın kişi başı kahve tüketiminde dünya birincisi olduğunu biliyor muydunuz?