30.05.2009

başarının resmidir


Sen kendi evinde 4 ye, Antalya'dan gelen gol haberiyle ligde kal. Başarının resmi budur bence.

kitap yayınevi


Üniversitenin son sınıfındaydım Kitap Yayınevi ilk kitabını bastığında. Tarihle ilgilenen benim gibi birisi için harika bir hazine külliyatları. İlginç ve niş konulardaki kitapları, güzel kapakları, enterasan boyutları ile bir anda kapladılar kütüphanemin raflarını. Otuza yakın kitapları var elimde bir kısmını okuduğum bir kısmı okunmayı; bir o kadar da alınmayı bekleyen. Haftada bir bakarım zaten internet sayfalarına yeni neler çıkarmışlar diye.
Bir de anım var kendileriyle ilgili: Ateş Etmek isimli muhteşem kitabı aldıktan 2-3 sene sonra okumaya başladım ve sayfalarda bir eksiklik olduğunu fark ettim. Ne aldığım yeri hatırlıyorum ne elde kanıtlayacak fatura var. Yayınevinin sahibi Çağatay Anadol'a mail atıp ne yapabileceğimi sordum. Beklediğim cevap kitabı onlara gönderip yenisini beklemekti. Ama kendileri hiçbirşey sorgulamadan adresimi isrediler; kitap ertesi gün elimdeydi. Bu adamları desteklemek lazım.
Postun linki: http://www.kitapyayinevi.com/ Giriniz, bakınız.

...

Bu sabah yukarıdaki fotoğrafı görüp nefessiz kaldım bir süre. Buyrun siz de kalın. İpanema terlikleri ayağıma geçirip 533 avroluk biletlerle Brezilya'ya uçasım geldi şerefsizim.

29.05.2009

yeryüzü cenneti 2

"Erkekler daha az çalışıyor ve bütün gün arkadaşlarıyla oturuyorlar. Her gece başka bir kadınla beraber olabiliyorlar. Kadınlar parayı da yönettiği için, erkeklerin o alanda bir sorumluluğu yok. Ataerkil toplumlarda biz erkekler çok daha fazla çalışıyoruz, üstüne üstlük ev işlerine de yardım etmemiz gerekiyor. Mosuo’da erkeklerin ev işleriyle ilgilenmesine de hiç gerek yok!"

"Mosuo’daki anaerkil yapıda kadın ve erkek rolleri, bizim Batı toplumundakinin tam tersi değil. Mosuo’lu kadınlar güç sahibi, ancak amaçları daha fazla para kazanmak ya da daha çok mal sahibi olmak değil. Kadınlar gücü farklı şekilde kullanıyor. Ailesinin her anlamda mutluluğunu ve huzurunu sağlamak için kullanıyor elindeki gücü."

“Şiddet yok dediğim zaman, kulağınıza idealize ediyorum gibi gelmesin. Her toplumun kendine göre sorunları vardır. Ama kadınların aklına sorunları şiddetle çözmek fikri gelmiyor. Kavgalar pek fazla yaşanmıyor. Hırçınlık ve intikam duyguları ayıp sayılıyor ve bunlar insanın sosyal statüsünü tehdit ediyor. Gerçekten çözülemeyen bir sorun olduğunda ise kadınlar ipleri ellerine alıyor ve bunu genellikle katı, ama yine de arkadaşça bir tavırla çözüyor.”

“Mosuo’da devamlı birileri seni bir kadınla tanıştırmak istiyor. Tanıştırıldığın zaman, kadınlar genelde mahçup davranıyor. Halbuki normalde kadınlar çok güçlü karakterler ve neredeyse hep bağırarak konuşuyorlar. Ancak sizinle beraber olmak istiyorlarsa daha çekingen davranıyorlar . Ancak beraber olduktan sonra, o mahçup tavırdan eser kalmıyor. Kadınlar ertesi gün normal hayatına devam ediyor, sanki hiç tanışmamışsınız gibi. Mosuo’daki cinsel hayat fazlasıyla aktif ve çiftler sıklıkla değişiyor. Ama sonuçta kiminle beraber olacağına kadın karar veriyor. Her yetişkin kadın, kendi ayrı evinde oturuyor. Ancak erkekler ya toplu halde, ya da aileleri ile oturuyor. Eğer çiftler arasında aşk olursa, erkek, kadının yanına taşınabiliyor. Kadınların erkeklerle beraber yaşamaları için tek motivasyonu aşk. Çocuklar veya para gibi şeyler için beraber yaşamayı sürdürmüyorlar. Aşk bitince ilişki de bitiyor, evlilik ise mutlaka olmak zorunda değil. "

"25 bin kişinin yaşadığı Mosuo’da, 'baba' kelimesi fazla bir anlam ifade etmiyor. Çocukların, babalarının kim olduğunu bilmemesi sıklıkla karşılaşılan bir durum. Esas olan çocuklarla birlikte kurulan aile. Çünkü aileden ayrılmak hemen hemen hiç mümkün değil."

haberin linki şudur: http://www.ntvmsnbc.com/id/24970686/

Arkadaş ne varsa Doğu'da var.

gastenin sonu


Blogu ilk açtığımda bu Gaste konusuna eğilmiştim (sanki üzerine yazı dizisi yazdım). Bir süre önceye kadar da Şişli Cami'nin önünde dağıtımcılarını görürdüm. Geçen hafta işe metrola gittiğimde etrafta göremedim bu arkadaşları, sonra zaten Şişli Cami'nin önündekileri de göremediğimi fark ettim. Bir haftadır her sabah aynı yerde bu aklıma geliyordu, diyordum yazayım bunu bloga, başlattığım takibi sonlandırayım. Bu sabah unutmadım yazdım. Hayatları kurtulan ağaçlara selam olsun.

25.05.2009

orda bir savaş var uzakta


Sovyetler Birliği'ne karşı ABD tarafından Yeşil Kuşak kapsamında yetiştirilen Afganların ardıllarından Taliban gün geldi zaten üs olarak benimsediği Pakistan'ın kuzeyini işgal etti. Hatta ellerindeki silahlardan bazılarının ABD'nin Karzai ordusuna verdiği silahlar olduğu ortaya çıktı. Herşey iyi de hani bu Taliban atılmıştı Afgaistan'dan 11 Eylül sonrası?
Bunun yalan olduğu aşikardı, nitekim NATO bile sadece birkaç şehirde hakim olduğunu, kırsalın Taliban'ın elinde olduğunu itiraf ediyordu. Medrese öğrencileri yaralarını sardı. Bu arada artık görevini tamamlayan Pervez Müşerref yerini Benazir Butto’nun kocası Ali Atıf Zerdari'ye bıraktı ama Taliban'a kuzeyde şeriat ilan edilmesine kadar giden tavizler hiçbir işe yaramadı.
Taliban bastırd, Svat Vadisi'ni işgal etti, 2 milyon kişi evlerinden oldu, Pakistan ordusu Hindistan sınırından kaydırdığı birliklerle üstünlüğü ele geçirdi, bölgenin en büyük şehri Mingora'ya girdi, 20 000 sivil de ateşin tam ortasında kaldı.
Diyelim Pakistan ordusu savaşı kazandı. Evlerinden olanlar bölgeye dönmedikçe ve ülkeyi saran yolsuzluklar devam edip kuzeye hiçbir yatırım yapılmadıkça Taliban geri dönmez mi?

24.05.2009

doğuştan fanatik

24 Mayıs'ta Wolfsburg'da doğan tüm bebeklerin forması budur. Bakalım kaçının ismi oyunculara ithafen verilecek?

turkish delight







VfL Wolfsburg


Eğer bir spor müsabakası izliyorsanız bir şekilde iki taraftan birisini tutarsınız. Oyun stili, forma rengi, takım adı, yapılan bir hareket, kulüp amblemi vs taraf tutmanızda rol oynar. Bu sayede bazı takımlara da sempati duyarsınız. Şimdi sempatiler "işçi sınıfının takımı olma", "maçlarını genelevde oynama","krala karşı bir halkı temsil etmek" gibi etmenler üzerinden kuruluyor olsa da benim VfL Wolfsburg sempatim böyledir.

Yanılmıyorsam 1998 yılıydı. NTV Almanya Kupası'nı veriyor. Rakibi hatırlamıyorum ama formasının önünde Volkswagen amblemi olan, fıstık yeşili formalı bir takım var sahada. İyi de oynuyorlar. Ehliyeti olmayan ama 74 model 1303 hayalleri kuran, e yeşil rengi de seven bir adam için meyletme nedeni. Teknik direktörün adı Wolfgang Wolf, maçları oynadıkları stadın adı da Volkswagen Arena olunca işlem tamamlanıyor. O günden beri takip ettim Wolfsburg'u. Bundesliga'ya çıktılar, Eric Gerets yönetiminde coştular, iki sezon arka arkaya kıl payı Bundesliga'da kaldılar. Bu dönemde içinde bulunduğum bir mail grubu sayesinde bir de formalarına kavuştum. Geçen sezon Felix Magath geldi takımın başına; komando tarzı antreman stili nihayetinde tanınmamış, adı bilinmeyen futbolcuların büyük katkılarıyla şampiyonluğu getirdi. Seneye Şampiyonlar Ligi'nde Armin Veh yönetiminde takipçisi olmaya devam edeceğim.

Son bir not da sempatizanlıkla taraftarlık ayrımı arasında yapayım. İlkokulda iki senesinin ayda iki gününü Bursa Atatürk Stadyumu tribünlerinde geçiren küçük çocuk yeşil beyazlı formaya sempati duyar ama baba kontenjanından Galatasaraylıdır. Dolabında hala Galatasaray, PAOK, Fiorentina ve Wolfsburg formaları bulunmakta ve PSG, Celtic, Man Utd, Celta Vigo formaları elde edeceği günler geleceğini bilmektedir.

23.05.2009

peri masalı bundesliga edition

Hoffenheim ile başlayan umutlar Wolfsburg ile sonuçlandı. Yeşil beyazlılar ile ilgili ayrıntılı bir yazı yazacağım zaten. Şampiyonlukları kutlu olsun.

22.05.2009

pazar alışverişi

Sevdiğim birşeydir pazardan alışveriş yapmak.Nitekim her cumartesi sabahı tutarım Feriköy yolunu, alırım otumu, meyvemi, sebzemi. Pazar gördüm mü dalarım gezip görmeye gittiğim yerlerde. Buyrun aşağıda Catania pazarı; ben görmedim ama Guardiancılar gitmiş, görmüş hatta videoya çekmiş. Buradan bu videonun paylaşılmasında emeği geçen Sinan Bey'e de teşekkürlerimizi gönderelim.

21.05.2009

fransa'dan bir yar sevdim


Quítame el pan, si quieres,
quítame el aire, pero
no me quites tu risa

shaktar şampiyon

Final oldu bitti maşallah. Baştan sona neler yaşadık anlatalım:
Kadıköy'e vapurla geçerken yavaş yavaş Werder Bremenlilerle karşılaştık, az miktarda Shaktarlı da vardı. Genel ortalama bol biralıydı. Kadıköy'de fanzone boş lokanta ve barlar doluydu. Alkolden kaymış Shaktarlılar güdük bir "Ukrayniya" tezahüratı yaparken Almanlar belli noktalarda konuşlanmış zaman zaman yeri göğü inletiyordu. İşporta atkımızı boynumuza takıp elde biramızla stada yürüdük.
Maç öncesi şov güzeldi doğrusu. Taraftarı değerlendirecek olursak Shaktarlıların sesi bir çıkıyorsa Werderlilerin 6-7 çıkıyordu. Oyuncuların ismi anons edilirken sıkı Alman disiplini bana göre sağ taraftaki kale arkasında hissettirdi kendisini. Adamlar maç boyu takımını destekledi, tezahüratını yaptı, hakeme sövdü, sonra da üzgün ve süzgün otellerine döndü.
Sahada ise Shaktar üstündü. Tipik Lucescu takımı olarak sahaya hakim, topu çeviren, rakibin hücumcularını hayalete çeviren bir takımdılar. Nitekim ilk golü şık bir atakla buldular. Golü atan Luis Adriano'nun sol ayağı olsaydı fark 2-3 bile olabilirdi. Shaktar güzel kanat organizasyonlarıyla pozisyon oluşturmaya çalışırken Werder serbest vuruşta kalecinin umurtlamasıyla beraberliği buldu. İkinci yarıda bizim kanada gelen Srna'yı izledim. Kardeşimadam öyle bir top atıyor ki ters kanada ben mal gibi dursam adam topu göğsüme hedefleyip ayağıma düşürtür. Maçın adamı da o olmalıydı bence. Nitekim uzatmalarda da yaptığı asist ve Wiese'nin yumurtlamasıyla 2-1 galip geldiler. Gördük ki Mesut Özil yalanmış, Frings taş gibi top oynarmış, Diego olsaydı durum farklı mı olur bilinmezmiş.
Kupayı nedense sahada vermedi Platini. Shaktarlılar da zafer turunu kısa tuttu. Luce kupayla önümüzde poz verdi, fotoğraflariyi çıkmışsa eve gidince koyarım numune.
Maçtan çıktık tahmin edersiniz ki ortalık ana baba günü. Bazıları binmiş taksiye kilit olmuş trafikte bekliyor. Biz de organizasyona teşekkür edip kadıköy'e yürüyüp beleş deniz otobüsüne binip sessiz Werderlilerle Yenikapı'ya ulaştık.

Bir kupa daha sona erdi deste deste gül derdi
Bakalım görür mü bu gözler bir final daha
Kısmetse bir başka bahara

20.05.2009

maça sayılı saatler kala

Maça 6 saatten az kaldı. Zemin futbola uygun da hava niye böyle Mayıs'ın 20'sinde? 1,5 saat sonra işten çıkıp Kadıköy'e geeçceğiz ama benim de üzerimde bir miskinlik var. Maç zevkli geçse bari.
Nerede 2005'in heyecanı nerede 2009'un finali. Werder ve özellikle Shaktar seyirci açısından beklediğimden zayıf takımlar.
Neyse hayırlısıyla gidip izleyelim yazıp çizeriz birşeyler.

Sonradan aklıma geldi: Ben Galatasaray-Metalist maçından beri maça gitmemişim. Şükrü Saraçoğlu'na da Türkiye-Ukrayna maçında gitmiştim. Bakalım neler değişmiş.

seattle meydan savaşı

Malum resmi tatilleri evde yaya yaya değerlendirmek gibi bir huyum var. Dün de malak gibi yatarken elde bulunan filmlerden birini seyredeyim diyerek Battle In Seattle'a karar kıldım. Baştan "çok ayıp çocuklar niye kırıyorsunuz camları bak abiler içeride dünyanın sorunlarına çözüm buluyor" mesajı verecek gibi görünse de film Charlize Theron'un böğrüne polis darbesini aldığı an değişti. Yine de Hollywood klişeleri, aşk serpintileri, bir anda aydınlanan beyaz yakalılar derken içine çekemedi film beni. Yine de 1999 Seattle olaylarını hatırlamak güzel, globalizm ve DTÖ daha bir biliniyor son 10 yıldır; bunu görüşmeleri engelleyerek sağlayanların da ellerine sağlık.
Filmin olayları iki açıdan gösteren belgeselvari havasının kralını gerçekleştirmiş film için de bağlantı linkimizi verelim: www.imdb.com/title/tt0280491/

19.05.2009

kaplanların sonu geldi

Kendimi bildim bileli aktifti Tamil Kaplanları ve 1976'dan beri süren faaliyetleri sona ermiş görünüyor. Sri Lanka'da Tamil azınlığın bağımsızlığı için mücadele eden örgüt intihar bombalarının, bombalı arabaların, kimyasal saldırıların öncüsüydü; 26 yılda düzenledikleri bombalı saldırının sayısı bilinmiyor. Birçok Sri Lankalı devlet adamının yanı sıra adaya asker gönderdiği için Hindistan'da Rajiv Gandi'yi suikastle öldürmüş, hava ve deniz gücüne sahip bir örgütten bahsediyoruz burada.
11 Eylül'den sonra değişen dengeler sonucunda terör örgütü sayılan Tamil Kaplanları için sonun başlangıcı 2009 başları tarihli. Geniş operasyonlara başlayan Sri Lanka ordusuna dayanamayan Tamil Kaplanları en son 3,5 kilometrekarelik bir alana sivillerle birlikte sıkışmış durumdaydı. Bir süredir Kızıl Haç'ın oralarda siviller için bir felaket yaşandığı haberlerine son olarak bugün fotoğrafta resmi görülen Velupillai Prabhakaran'ın ölüm haberleri ve fotoğrafları eklendi. Sri Lanka cumhurbaşkanı Mahinda Rajapaksa muzaffer bir komutan edasıyla Amman'dan Colombo'ya döndü.
Sri Lanka'nın bu operasyonunun arkasında Çin'in olduğu söyleniyor. Malum Pakistan karışık; Hindistan-ABD arasında yakınlaşma var. Çin de Hint Okyanusu'nda bir üs elde etmek isteyebilir böyle bir durumda.
Tamil azınlığı zor günler bekliyor; öldüler, yaralandılar, evlerinden sürüldüler ve artık onları koruyan kaplanları da yok.

Sen ne güzel abimizdin-5

Öldüğünde benim yaşımdaymış. Kuru bir dere yatağında bulunmuş boğulmuş cesedi. Herkes küçükken onun kitaplarıyla büyüse eminim farklı bir yer olur dünya. Eğer ileride bir çocuğum olursa ona yapabileceğim en büyük iyiliktir onun külliyatını hediye etmek.

17.05.2009

prison break


Nihayet bitirdik bu diziyi. Son sezonu artık görev gibi izliyordum zaten. Geçen hafta evde olmadığımdan 21. bölümü indirmeyi unutmuşum, bu hafta da 22. bölümü indirdim. Sabah bitireyim diye bir oturdum başına aha bişeyler olmuş haberim yok, o zaman jeton düştü dedim önce 21'i indireyim. Baştan söyleyeyim finali tırışka olmuş ama en azından mezarlıkta Michael'i sonradan ekibe katıltıp izleyiciyle dalga geçmemişler. Bu arada öğrendik ki aradan geçen 4 seneyi film olarak göstereceklermiş. Ne para varmış kardeşim bu kaçış olayında.

İşin doğrusu geç sardırdım ben Prison Break'e. Cnbce gösterirken seyretmedim, askerdeyken 2 sezon birden izledim. İlk sezonun o kapalı kalmışlığı, Michael'in dövmeleri, kaçıp planları derken 22 bölüm bitti bir solukta. İkinci sezon zirveydi bence. Bir yandan kaçış, bir yandan paraya ulaşma hedefi, bir yandan ajanlar derken her bölüm bir film edasıyla izlendi. E bu izlenmeler sonucunda ekibe yeni sezon siparişleri yapıldı, ekip de sıçmaya başladı. Üçüncü sezon dipti, denk geldikçe Cnbce'den takip ettim. Hatta geyiğini yaptım bunlar bir bölüm içerde bir bölüm dışarıda her seferinde bir kıtada hapisten kaçıyorlar, Sağmalcılardan kaçıp Nuriş çetesiyle olan maceralarını anlatan sezonla birlikte diziyi noktalıyacaklar diye. Dördüncü sezonu da ilk 2 sezonun hatrına seyredip bitirdim. Neyse güzel bir diziydi hatasıyla sevabıyla; filmini de bekliyoruz.
Şimdi bir High Fidelity rüzgarı estirip en çok beğendiğimiz 5 Prison Break karakteriyle postumuzu bitirelim:
Alexander Mahone: Zeki, karizmatik, hapçı ajanımız. 2. sezonda ortamın kralıydı, sonra madara oldu ama 2. sezondaki hali hala zihnimde
Theodore "T-Bag" Bagwell: Tam bir orospu çocuğu. Tecavüzcü, sübyancı, çıkarcı, güçlüye tapan bir şerrefsiz. Kaçmak için kendi elini kesebilecek bir psikopat. Adam bir kere imana geldi o da yanlış zamanda geldi. Bir ofis işi olamadı şu garibimin ben ona üzülürüm bir tek.
John Abruzzi: Karizmatik mafya babası. Erken gitti garibim, çok iş yapardı birazcık daha tutsalardı.
Trishanne: Taş gibi ablaydı. O dekoltelerini az gördük üzülüyorum düşündükçe, şerefsiz Don Self'e az küfretmedik bu ablayı öldürünce.
Charles 'Haywire' Patoshik: Michael'in dövmelerini okuyabilen tek adam. 2. sezonda bisiklete binip kafasına kaskı geçirip kaçışı 4 sezonun en komik sahnesiydi bence.

16.05.2009

big brother izliyor el salla


Perşembe günü uçaktan inip eve geldim, eski bir arkadaşımla buluşmak için hemen hazırlanıp evden çıktım. Bomonti Karakolu'nun önünden geçerken kaldırımda dikilen 2 polisten birisi "bir kimliğe bakabilir miyiz?" diye sordu. Ben de yol yorgunluğu ve sıcağın etkisiyle cüzdandan ehliyeti gösterip yoluma devam ettim. Aynı polis arkadaş "bir kimlik numarasına baksın arkadaş" diyerek arkasında elinde bir pos cihazıyla duran arkadaşı gösterdi. Hala işe uyanmamış biri olarak önce arkadaşların yeni bir cihazı denediğini düşündüm sonra da hem yoklama kaçaklığımın GBT'de bulunup bulunmadığını merak ettiğim hem de Tayland'da kaybettiğim nüfus cüzdanımın başıma bela açıp açmadığını merak ettiğim için ehliyeti ilgili memura verdim. Elbette ki temiz çıkıp yoluma devam ettim. Bu akşama kadar iki çömez memurun deneysel takıldığını düşünüyordum.

Akşam Sıdıka'ya uğramıştım, malum müşteriler arkadaşa dönüştüğü için orada ABD'li bir amcayla muhabbete başladık. Kendisi artık pasaport taşıdığını çünkü eskiden yabancılara kimlik sormayan polislerin bar ortamlarında kendisine de kimlik sormaya başladığını söyledi. Mekanın sahibesi de iş çıkışında polisin kimlik sormasından bıktığını belirtti.

Evet anlaşılan Büyük Bilader bizi izliyor, el sallamak lazım.


Not: Yahu öyle bir ahtapot yedim ki anlatamam. Allah razı olsun.

15.05.2009

otel odaları


Elbette bahsedeceğim Necif Fazıl'ın veya Murathan Mungan'ınkiler değil. Dün bir hesap yaptım 1,5 yılda 13 ayrı otelde konaklamışım iş için, tatil için olanları saymıyorum elbet. Ve fark ettim ki sıkıldım otelde kalmaktan, maksimum 2 gezi daha yaparım.

Ailecek tatil anlayışımız farklıydı: rahmetli bir güzergah seçer, bölgenin ön araştırmasını yapar sonra da atardı arabaya bizi. Ver elini Ege, Akdeniz. Her gece bir yerde konaklayıp epey bir yer görürdük. İlk yalnız otel odasında konaklamam 2000 yazıdır. Eski hatunun peşinden Marmaris'e gitmiş bir haftayı otelde geçirmiştim. Sonraki tüm konaklamalarım da mevzu bahis hatunla oldu en mütevazisinden en butiğine.

Dediğim gibi iş hayatı başladı ve dolayısıyla otel konaklamaları. Kimisinde 8 saat kaldım kimisinde 2 hafta. Başta keyifli gelse de bayıyor bir süre sonra çünkü hepsi aynı temelinde: resepsiyona git, kartını al (evet anahtar kalmadı artık) odana çıkartıl, içeri gir, soyun, televizyonu aç, internete bağlan, zıbar, sabah kalk, duş al, kahvaltıya git, çıkışını yap, aman faturayı unutma...

Kapıdan girdiğinde kart sokma yeri, hemen yanı tuvalet zaten, sonra da odanın kalanı. Yatak, ayna, televizyon, minibar, dolap, bazısında koltuk ve sandalye. V e en büyük özellik yerlerin halıfleks olması.

Fahişe gibi otel odaları. Parasını verip sahip oluyorsun. İlk bakışta süperler herşey sana göre düşünülmüş sanki. Ama biraz vakit geçince hissediyorsun öncekileri de sonrakileri de. Ne kadar kapatılmaya çalışılsa da başkalarından bir iz var hep odalarda.

E hiç mi sevdiğin olmadı dersen var elbet 2 tane unutamadığım bu 13 tane içinden: Birisi Best Western Konak. Sabah uyanıp o körfez manzarasını görmek mutlu ediyor insanı, akşam ipini koparıp Kordon'a yürümek, deniz kokusunu içine çekmek... Bir de Belek Papillon Zeugma var. İşe daha yeni başlamışım şirketçe toplandık. Odaya gittim, kapıyı açtım, bir de baktım ki odanın ortasında merdiven var. Yukarıda yataklardan da önemlisi kocaman bir küvet. Daldım içine hiç düşünmeden bir bira açıp. 2 hafta geçirdim o odada gayet mesut.

Televizyon karşısında uyuyan biri için otelde uyumak harika gibi gelse de kulağa, yerini yadırgayınca uyuyamıyor insan. Bir de seyrettiğim topu topu 4-5 kanal varken bunları da bulamayınca televizyonda yar bana uykusuz geceler. Ha son olarak seks geliyor otel odasında kalırken insanın aklına otomatik olarak ama elde imkan yokken napsın bu garip?

Yoruldum artık otelde kalmaktan iş amaçlı, ama eğer kaldıklarımın hepsi Sumahan gibi olacaksa her hafta giderim bir yerlere be sevgili blog. Ne güzel bir yerdi orası...

11.05.2009

istanbul 2009


Daha önce dedim biletim var diye. Hem de 1. kategoriden sahaya yakın. Werder-Shaktar finali elbette hayalimdeki finallerden oldukça uzak ama dünya gözüyle kaç UEFA finali görebilirim ki hem de kupanın adı da değişiyorken?

İki tarafa da nötrüm an itibariyle. Bir tarafta Lucescu bir tarafta Diego. Tek dileğim tarihe geçecek bir final olsun ben de övüne övüne oradaydım diyeyim yıllar sonra.

Ha fazla biletim olduğunu söylemiş miydim?

10.05.2009

dolce vita

Don't be like me. Salvation doesn't lie within four walls. I'm too serious to be a dilettante and too much a dabbler to be a professional. Even the most miserable life is better than a sheltered existence in an organized society where everything is calculated and perfected.

9.05.2009

bodrum mandalin gazozu


Gümüşlük'te kafa dinlemek için sahilde yürüyüş yaptıktan sonra çay bahçesine oturulup yarım ekmek köftenin yanında Bodrum Mandalin Gazozu içilir.

ailemizin ruh hastaları

Ailemizin ruh hastalarıyla tanıştırayım bu postumuzda efendim sizleri:

Bu canavarın adı Hasbi. Kendisi ilk göz ağrımız olur. 2004 yazında na avucum kadar birşeydi eve adım attığında. En büyük amacı omzuma tırmanıp orada uyumaktı. Euro2004 maçları esnasında az tırnaklarını geçirmedi orama burama. Sonra büyüdü çoluk çocuğa karıştı. İşte bu anda sevecen Hasbi gitti asabiyet yumağı bir canavar ortaya çıktı. Kendi evlatlarına bile uyuz olurdu. Eve misafir gelse 3 gün kendini dağlara vururdu. Ama etrafta başka kedi yoksa dünyanın en sevecen kedisidir. Şimdi de koltuğun üzerinde uyuyor bir Çinli edasıyla.


Bu da Tosun. Hasbi'nin en iri ve en güzel çocuğu. İstediğiniz kadar sıkıştırın sadece "mııı" diye ses çıkartır anasının tersine. Tembeldir iki adım atsa yorulur. İşi gücü yemek yemek olduğundan 15 kiloya yaklaştı. Ben eve gelince pek yüz vermez 1-2 gün, sabah da erken kalktığımdan sırnaşır yemek vereyim diye ama avucunu yalar salak. Halbuki anası gibi açsa göbeğini yatsa önüme. Ama tipinden de beli süzme salak işte.

boyoz

İzmir nasıl yaşanacak bir şehirse boyoz da İzmir'de her kahvaltıda tüketecek kadar sevdiğim bir besindir otantik ve yağlı bulanlara inat. Ne İstanbul'da Hamurabi'nin ne de Bodrum'da Yunuslar'ın yaptıkları İzmir'dekilerle yarışabilir.
Yahudiler'in bu güzel mirasını yemek yedirmek boynumuzun borcudur vesselam.

8.05.2009

bodrum bodrum

'Yokuş başına gelince Bodrum'u göreceksin
Sanma ki sen geldiğin gibi gideceksin
Senden öncekiler de böyleydiler
Akıllarını hep Bodrum'da bırakıp gittiler.'

2000 yılına kadar Bodrum'a ayak basmamış bünye ailesinin de buraya yerleşmesiyle kasabanın hastası olup ömrünü burada geçirme hayalleri kurar.
Yarın öbür gün hayatım bir film olup festivalde falan yer alsa özeti bu olur. Günün özeti: Bodrum'dayım mutluyum.
Trofolo'dan küfür yememek için anne yemeklerinin, özellikle de Patriyot böreğinin fotoğrafını koymuyorum.

5.05.2009

serotonin ben senin ağzına tüküreyim


yemek yemek üstüne ne düşünürsünüz bilmem
ama kahvaltının mutlulukla bir ilgisi olmalı

Yemek pişirmenin de mutlulukla bir ilgisi olmalı. Gayet boktan bir bakla yemeği dolapta duruyor, haftaya çöpe gider muhtemelen. Yarın İzmir yolcusuyum ama bavula 3-5 eşyayı zor koydum; kesin birşeyler unutmuşumdur zaten. Oradan da Bodrum'a geçiyorum ama hiç heyecanım yok. Anca uyuyayım, iş yapmadan yatayım. Bildiğin depresyon.

spor servisi

Son günlerdeki en büyük eğlencem bu program. Yayınlanma saati malum 11.30, o saatte mesaideyim. Akşam tekrarının saati de zırt pırt değiştiğinden denk gelemiyordum. Artık ntvmsnbc.com'a yüklüyorlar programı ben de akşam eve gelip seyrediyorum.
Mehmet Demirkol bu memlekette takip ettiğim spor yazarlarından birisidir. Kendisiyle aynı ortamda bulunmuşluğum vardır, snop biri olarak görmüşümdür hep. Ama Fuat Akdağla günlük gazete haberlerini konuşurken geyiğin beline veriyorlar, yeri geldi mi de eleştiriyi yerleştiriyorlar. Şiddetle öneririm, akşam seyredin stres falan kalmıyor.
Bir de masadaki o kalameler nedir ya, ilk programdan beri bardak içinde kalabalık bir sürü teşkil ediyorlar. Hayır hiç mi arada kulak arkası olanlar olmuyor?

4.05.2009

dondurma!

Yahu mayısa başladık hava hala soğuk ve yağmurlu, ben ne zaman dondurma yiyeceğim diye soruyorum kendime. Dondurma diyince de elbette o Magnumlar Carte Dorlar değil elbet bildiğin top top dondurma.
Yazlık yerden alışığız külah külah dondurma yemeye, Avşa'da o zaman meydandaki dondurmacıdan alırdık her gün bir külah dondurma. Evdeysek de peder bey getirirdi plastik kap içinde kiloyla alıp, külah kadar zevkli gelmezdi o zamanlar. İstanbul'da Bebek Mini Dondurma ilgi alanımıza girdi yolumuz düştükçe aldık, gerekirse yolumuzu düşürdük oralara. Geçen sene yedim en son oradan ama bildiğin şekerli soğuk bir bileşimdi. O dönem Arnavutköy'de Girandola açıldı. Aman yahu ben böyle dondurma çeşidi ve lezzeti görmedim ne yalan söyleyeyim. Şeftalili, sakızlı, mojitolu, Bodrum mandalinalı derken bak ağzım sulandı gene. Ama nedir hava hala soğuk hala dondurma yiyesim yok. Beklemedeyiz efendim, hava ısınsın Coco Rocha'ya dondurma ısmarlamazsam ne olayım.

2.05.2009

vals im bashir

Keşke sigara içseydim dediğiniz anlar vardır ya işte bu filmin sonu da bu lafı dedirtiyor; derin bir nefes alıp küfrediyorsunuz dünya politikasına ve çıkar ilişkilerine. Animasyon tekniği çok başarılı, müzikler harika. Mesela limon bahçesinde geçen sahne benim için unutulmaz sahneler kategorisindeki yerini aldı bile. Ve sonu sarsıcı filmin; animasyondan çıkıp gerçek dünyaya dönerek, "evet bu katliamlar oldu ve olmaya devam ediyor" diyor yönetmen.
Siz 19 yaşında bir er olsanız napardınız 100 metre ötenizde katliam gerçekleşirken ve size de katliama "ışık tutma" emri verilmişken? Ben sordum kendime ve ne yazıkki pek mutlu olamadım cevaptan belki de o sebeple silmiştir o anı yaşayan askerler hafızalarından bu olayı.
Bir de Yahudilerin her zaman dillendirdikleri "biz çok büyük acılar çektik, Filistinlilere yaptığımız ne ki?" bahanesi hissettiriyor filmde kendini. Bunu da Nazi göndermeleri ve Auschwitz anıları olarak görüyoruz.
Filmi seyrederken Lübnan İç Savaşı ve Sabra ve Şatilla Katliamları hakkında az çok bilgi sahibi olmak işinizi kolaylaştırıyor yoksa "şimdi İsrail niye girmiş ki Lübnan'a?" "niye Hristiyanlar Filistinlileri öldürüyor?" "Bashir kim?" gibi sorular karıştırabilir aklınızı.
Mutlaka izleyin, izlettirin.
Not: Rachel Corrie'yi aklıma getirmiştir filmin sonu.

1.05.2009

iyi bayramlar

"Zaten çok tatil yapıyoruz ne tatili?"nden "resmi tatil"e, "orantılı güç"ten "makul" sayıya, hastanelere bile atılan gaz bombalarından "provakatörlere"e yönelik gaz bombalarına epey bir yol alındı sanki. Önümüzdeki 1 Mayıs'ta on binler doldurmalı Taksim'i.
Görüldü ki polis provakasyonu olmayınca Taksim'de olay çıkmadan kutlanabiliyormuş İşçi Bayramı. 500 kişiyle yola çıkan makul DİSK korteji ara sokaklardan katılımcıları ala ala 5 000 kişi olarak vardı Meydan'a ve neredeysa 2 saat kaldı ve problemsiz dağıldı. Üstelik ne kıyamet koptu, ne devlet çöktü ne de gökyüzü tepemize yıkıldı.
Fotoğrafta görüldüğü gibi sendikalardan partilere, federasyonlardan fraksiyonlara birçok katılımcısı vardı kortejin.
Ama bu sene de sokağın başını çevik kuvvet tuttu, sokağı biber gazı bastı, tepede helikopterler gezindi.
Nice 1 Mayıslara...