20.03.2022

murada ermek


Geçen sefer doğru düzgün kar yağmadığından şikayet ederken bir önceki hafta sonu Boğaz hattını vuran vorteks sayesinde tipiye de lapa lapa kara da doydum. Hatta tarihe kayıt düşelim yarın ilkbaharın ilk günü ama şu an hafif bir kar atıştırıyor. Bunu da görmedim demeyeceğim, mutluyum...

Kar yağarken Hoffman metoduyla yaptığım harika bir Kenya kahvesini içerken Hania Rani'nin yeni albümünü dinledim. Sonra akşam evdeki Russkiy Standart'ı bitirmeye çalışırken harika bir anne kız hikayesi Petite Maman'ı seyrettik. Evet fon hep bembeyazdı. Önceki iki cümleye konu olan her şeyi herkese öneririm. Üzerine basıp ayrıntısına ulaşmak mümkün.

Muradıma erdim, meramım budur...

5.03.2022

Birden sevdalandım Kiyef şehrine

Avrupa sınırları üzerindeki en distopik şehirlerden Minsk'in tren istasyonundan Kiev trenine ucu ucuna koştura koştura yetişip kan ter içinde yataklarımıza serildik. Gecenin kör bir saatinde ağır makyajlı, her ojesi ayrı renk olan asker üniformalı hanımefendinin kaşeyi pasaportlarımıza basmasıyla da Belarus sınırlarını terk etmiş olduk. Ben önce "nasıl olsa birazdan Ukrayna sınır görevlileri gelir" diyerek uyanık kalmaya çalıştım ama yarım saat sonra kendimi uykuya bıraktım. Sabahın serin bir saatinde uyandığımda duruyorduk, camdan baktığımda etrafta bir istasyon olduğuna dair ipucu olmasa da vagonların önünde ellerinde silahla bekleyen Ukrayna askerlerini gördüm. Sonrası son durağa kadar yol boyunca meşhur buğday tarlaları...

Kiev istasyonuna girince bir tiyatro başladı: gençten ve yakışıklıca subaylar iyi İngilizceleriyle başladılar sorgulamaya. "Ne iş yapıyorsun?"dan girip "nerede kalacaksınız?"a giden formalite soruları. Hanımın pasaportunda doğum yerini görüp "Kürdistan yani?" yorumu bile yaptılar. Sonra onlar önde, biz bavullarla arkada, pasaportlar ellerinde istasyonun bir köşesine diğer yabancılarla beraber dizdiler. Gel zaman git zaman, bir odaya alınıp tiyatronun ikinci sahnesini oynamaya başladık. İki masa, dört sandalye, iki subay, iki turist; bavullarımızı bile sığdıracak yer kalmamıştı. Sorular çeşitlendi: "ne kadar para var üzerinde?" "neden buradan Lviv'e geçeceksiniz?" vs. Son soru artık perdenin kapanma zamanını müjdeliyordu: "bugünün Ukrayna'nın bağımsızlık günü olduğunu bilmiyor muyduk?". Gerçekten de bilmiyorduk ama sonraki üç gün boyunca tüm meydanlarda gururla sergilenen silahlardan, meşhur Khreschatyk Caddesi boyunca ilerleyip Maidan'da sonlanan asker, tank, zırhlı ve bilimum teçhizatın geçit törenlerinden, üzerimizden geçen uçak ve helikopterlerden bunu gayet iyi anladık. Sonradan eşi oralı olan bir tanıdıktan o zamana kadarki en görkemli askeri geçit törenlerinin yapıldığını öğrendim.

Nazım Hikmet gibi birden sevdalanamadım Kiev şehrine. Belki sıcaktan, belki o her yerden yükselen kiliselerden, belki o militarist havadan... Fakat şimdi düşününce şehrin şu anki halini üzülüyorum. Belki bir şekilde karşılaştığım insanlardan ölenler oldu. Mars'a seyahat, metaverse falan derken 1938 senesini yaşıyor olmamız büyük bir utanç insanlık adına. 

Kiev'den anı olarak kaldığımız otelimsinin penceresinden son gece bira içerek izlediğim "Ukrayna" Sarayı ve dolunayın fotoğrafını koyuyorum sizler için.