31.08.2014

bir eylüle daha merhaba derken

Defalarca yazdım bu blogun bir yerlerine eylülü severim diye. Hatta en sevdiğim üç aydan birisidir. O serinliği, sarılığı ve hüznü... İstanbul apayrı bir güzeldir eylülde. Geçmişe bakıyorum da bizim sektörün kuralı gereği ya eylülde Antalyalarda Kıbrıslarda olmuşum ya da tam bir gevşeklik gösterip tatile gitmişim. Kısacası yıllardır İstanbul'da ağzımın tadıyla değilmişim. Bu sene de tam aynı şeyler olacak derken (dile kolay 30 günün nereden baksan 10 günü yokum) olaylar gelişti ve ben eylülde işsiz güçsüz olma ihtimaliyle karşı karşıyayım. Adeta kalecinin penaltı anındaki endişesi...

28.08.2014

yunan adaları arası ulaşım

Saat geceyarısına yaklaşırken adanın merkezi enteresan şekilde kalabalık. İnsanlar bavullarıyla birlikte bekliyor ama pek anlam veremiyorum o saatte bu kadar insanın işi ne diye... Sonra birden bir bina uzunluğunda kocaman Bluestar feribotu yanaşıyor limana. Tırlar iniyor tırlar biniyor, adanın meydanında, kafelerinde oturanlar hızlı hızlı geçiyor ve ben hayran hayran izlerken Pire'ye doğru yola çıkıyorlar.

Ada çok olunca ulaşım da çeşitli. Yakın adalar arasında tur atan teknelerden anakaraya haftada bir gün sefer yapan dev feribotlara. Kriz nedeniyle seferler de azalmış hatta bazı adalar arası olanlar iptal edilmiş. Neyse siz bir adaya ayak basınca gidin turist danışmaya (açık bulabilirseniz) alın günlük seferleri geçin zamanı gelince bir başka adaya.

Malum 12 Adalar sınırları içerisinde yer aldığımızdan Dodekanisos Seaways'ten yararlandık bol bol. Sabah Rodos'tan çıkıp Patmos'a kadar ada ada uğrayıp sonra da aynı yoldan dönen Dodekanisos Pride ile de yolunuz mutlaka kesişecektir. O zaman size şunu söyleyeyim: benim yıllarca Mudanya-Kabataş arası bol bol kullandığım deniz otobüsüne benzeyen bir araçla yolculuk yapacaksınız. Siz çantalarınızla şaşkın şaşkın kendinizi içeri attığınızda hangi adada inceklerin çantalarını ne tarafa bırakacağına dair bağırmaları takip edip yükünüzden kurtulup içeride kendinize yer arayacaksınız. İneceğiniz adaya yaklaşırken yapılan anonsla kendinizi yine çıkışta bulacak ve yerde sıra sıra çanta ve bavullar sıralandığını göreceksiniz. Hah işte bavulunuz orada bir yerde. Aman dikkat edin de şaşkın şaşkın aranırken bavullara takılıp düşmeyin.

24.08.2014

patmos

 Ani bir kararla rotamızı kuzeye çevirip Patmos'a geliyoruz. Adanın limanı Skala'ya indiğimizde restoran ve barların yanında hediyelik eşya dükkanları da dikkati çekiyor. Nitekim yıllarca ticaretle uğraşan ve dini bir merkez olan Patmos süngercilikle kendi yağında kavrulmaya çalışan Kalymnos'a göre çok farklı.

Adayı meşhur yapan Aziz Yuhanna'nın sürgündeyken İsa'yı gördüğünü iddia edip Apokalips'i yazması. Patmos'un en yüksek yerine kurulmuş olan Agios Ioannis Theologos Manastırı ve hemen aşağısındaki Apokalips Mağarası önemli ziyaret yerleri. Hele o gün bir de cruise yanaşmışsa kapıda sıra bekleyeceğinizi garanti edebilirim. Açıkçası manastırın dar koridorlarında gezinmek ve müzesini görmek ne kadar entersansa mağarayı ziyaret etmek de o kadar saçma. Eğer Hıristiyanlıkla ilgili değilseniz pek de matah bir yanı yok. Bununla birlikte manastırın çevresine yayılmış ve UNESCO Miras Listesi'ne alınmış olan Patmos'un idari merkezi Chora mutlaka görülmesi gereken bir kasaba. Daracık sokakları, küçük meydanı ve en önemlisi de kapı ve pencerelerinin o eşsiz gri-mavisi...

 

Denize girmek için de pek çok yer var Patmos'ta. Örneğin taşlık plajı ve ılgın ağaçlarıyla Meloi Skala'ya yürüyerek onbeş dakikalık mesafede ve buna rağmen çok sakin. Adanın gelişmiş otobüs sistemi sayesinde Grikos'a da gidebilirsiniz elbet. Ama benim bu seyahat boyunca yüzmekten en çok keyif aldığım renkli taşlarıyla meşhur Lambi'ye gidebilmek içinse araba kiralamanız lazım.

Gelelim yeme içmeye: bizim favorimiz hem fiyat hem de lezzet açısından Skala'daki Ostria oldu. Ayrıca dondurmacılar ve adanın meşhur peynirli turtası ve ballı bademli fugi'sini satan pastaneler de diğer atlanmaması gerekenler.




21.08.2014

evdokia'nın zeybekikosu



Manos Loizos her ne kadar bu topraklarda başla şarkılarıyla bilinse de yukarıdaki eser ve de sahne bir Yunanistan klasiğidir. Zeybekiko oynamak isteyen her Yunan erkeğinin bir numaralı istek şarkısıdır. Besteye ev sahipli yapan filmden kat kat daha meşhur bir şarkı To Zeimbekiko Tis Evdokias.

Herif de iyi oynuyor ama...

 

17.08.2014

kalymnos


Bodrum'dan ve Turgutreis'ten haftanın bir günü Kalymnos'a feribot var, biz de atlayıp adanın limanı Pothia'ya vardık yaklaşık iki saat sonunda. Limanda bir küçük kulübe, kulübede bir görevli... beklerken başımı kaldırıyorum, her yer kayalık. Pothia'da limana bakan sıra sıra kafeler, restoranlar, bir-iki araba kiralama ofisi, bir tane açıkken bulmanın zor olduğu turizm acentası... Sonuçta ilk kez bir Yunan adasına ayak basmış oluyorum. Adanın turizm bölgesi öteki taraftaki Masouri bölgesi, ada genelinde otobüs seferleri pek de sık olmadığı için araba kiralamak en mantıklısı. Yola çıkmışken zaman ayırıp Chorio'da yoldan sapıp tepedeki St Sava Manastırı'na da bir uğrayın derim.


Kalymnos dünyadaki önde gelen kaya tırmanışı yerlerinden birisi ve bu da bizim için fazla adrenalin yüklü bir aktivite. Dolayısıyla Melitsahas'ın taşlık ve Masouri'nin kum plajında yüzmek yetiyor, karşıda da harika bir Telendos manzarasıyla günü batırmak da cabası. Adanın kuzey ucundaki Emporios harika manzaralı yolu, sakin plajı ile tam kafa dinlemelik bir yer. Akşam yemeğinde Artistico'ya giderseniz eninde sonunda kendinizi mekanın sahiplerinin torunu gezdirirken bulabilirsiniz, bakarsınız Kalymnos'un emekli rock star'ı Yorgo gitarını bile indirebilir duvardan.

Fakat Kalymnos'ta en beğendiğimiz yer adanın doğusunda küçük bir köy olan Vathis oldu. Adanın tüm o çorak kayalık yapısının aksine yemyeşil bir vadinin denize açıldığı yere kurulmuş köyün bir küçük meydanı, o meydana bakan birkaç güzel restoranı, meydandan iki dakikada yürüyerek varılan ve bir fiyordda yüzme imkanı veren kayalık bir platformu var. Köyde kalma imkanı iki yerden ibaret, günlük ziyaretçiler çekilince de ortalık orta sınıf Yunan yazlıkçılara kalıyor nitekim. Şimdi size önemli bir sır veriyorum: köy meydanına cuma akşamları bir buzuki ve orgdan müteşekkil bir ekip dört saatlik bir konser veriyor. Köyün tatilcileri giyinip süslenip meydana bakan mekanlara dizilip bir yandan yiyip içerken bir yandan da o hiç bitmeyen sirtakiye dahil oluyorlar. Arada mekanın ağır abilerinden bir tanesi çalgıcı tayfasının eline Euroları sıkıştırıp istekte bulunuyor ve tüm zeybekiko hünerlerini sergiliyor. Yine eğer şanslıysanız ve geceye Galini'de başladıysanız mekanın birbirinden çatlak elemanlarıyla daha ve daha fazla içerek tamamlayabilirsiniz. Ha bu arada haftada bir gün de bu mekanda canlı müzik oluyormuş ve dediklerine göre gece çılgınca geçiyormuş.

Velhasıl kelam biz Kalymnos'u çok beğeniyoruz. Ada halkının meşhur misafirperverliğinin ve diğer adalara kıyasla büyük porsiyonlarının bunda rolü şüphesiz ki çok büyük.

9.08.2014

abstract

Bodrum yarımadası kuraktır. Örneğin Marmaris gibi ağaçlarla deniz bir araya gelsin, ben de yüzeyim kafasındaysanız Bodrum size göre değildir. Nitekim olur da bir yaz denizden yol alırken Bodrum'a bakarsanız sarı zemin üzerine beyaz-yeşil öbekler görürsünüz-ki bu öbekler gittikçe artmakta, sarıyı işgal etmektedir. İşin özü insan gittiği yere ağaç da götürmüştür yarımadada. Ve neyse ki evler sadece beyazdır. Ama olur da bir bahar günü inerseniz Bodrum'a yeşilin kokusu, envai çeşidi, sarısı, kırmızısı topraktan fışkırararak karşılar sizi. Hem sonbaharın hem ilkbaharın ayrı ayrı keyifli yanları vardır. Eğer bugüne kadar gitmediyseniz gidin derim mutlaka...

Bundan on yıl önce bizimkiler Bodrum'un o zaman için kuş uçmaz kervan geçmez bir yerinde bir eve girdiklerinde Google Maps de yeni piyasaya çıkmıştı. Hemen girdik baktık yeni evimize: sapsarı bir arazinin ortasında üç beş kendi halinde ev... Bahçede yer alan iki üç koca çam ağacına ise her ne akla hizmetse çivi çakılmıştı ölsünler diye, neyseki çıkartıldı o çiviler de şimdi rüzgar estiğinde hışırdayan çam ağaçlarının altında hayallere dalabiliyorum.

Bu on yıl annem ve babam için toprağı tanıma ve onunla uzlaşma çabası oldu. Her hoşlarına giden bitkiyi toprak beğenmedi, toprağın verdiğini onlar istemedi vs. Ekilen limon ve portakallar kuruyunca yerlerini zeytinler aldı. Yerini seven badem, erik, ayva, incir büyüdükçe büyüdü. Saksıda büyütmeye çalışılan nikah şekeri olarak eve gelen çam fidesi bile beş metreyi zorlar oldu artık.

Bu sene uzun bir zaman sonra bir yaz günü Bodrum'daydım. Sabah sıcak bastırmadan uyandım sabahları, şansıma hava da rüzgarlı mıydı... Ağaç dallarının hışırtısı, "bak şu meyveye durmuş, bunun yaprağı mı kurumuş" incelemeleri, annemin attığı çekirdeklerden fırlayan arsızlar falan derken  huzurlu ve yeşil üç gün geçirdim. O bahçeye açılan verandada içilen öğlen biraları ve akşam rakıları da cabası...

3.08.2014

prelüd: birkaç yunan adası

2008 yılından beri Türkiye içerisinde tatil yapmıyorum. Abuk subuk otellere/pansiyonlara, yemeklere eşek yüküyle para vermek beni hiç de rahatlatmıyor. Zaten iş için 81 ilin yarısından fazlasına ayak basmış durumdayım son altı senede... Gittiğin yerde sonuna kadar açık müzik, kötü dekorasyon, riyakarlık sinirlerimi hoplatıyor. Bunların da hepsi bu topraklarda bolca var. Bu sebeple de eğer tatil yapacaksam yurtdışında yapmayı tercih ediyorum, maliyet olarak düşününce de hemen hemen kafa kafaya geliyor. Bununla birlikte basit zevkleri olan bir adamım. Çocuk yok, aileden kalma başımı sokacağım bir ev var, dolayısıyla da borcum yok. Gece eğlenme alışkanlığımız da yok, yılda bir telefon falan da değiştirmiyorum. Bu da beni tek zevkim olan gezmeye yönlendiriyor zaten. Bu arada İstanbul'da da dışarıda yemek yemenin gereksiz pahalı, yediklerimizin de eğer yüzlerce lira vermiyorsak kötü olduğunu tekrarlıyayım. İşin içine alkol girince zaten fiyatlar da hopluyor.

Ben bu sene çok çalıştım, sene başından beri iş için yaptığım uçuş sayısı 50. Hanım da geçen yaz haftanın altı gününü çalışarak geçirdiğinden tatil yapamamıştı. Kendisi deniz tatili yapmak isteyince açıkçası benim için de kumsalda malak gibi yayılıp kitap okuyup uyumak gayet cazip geldi. İş "nereye gidelim?" sorusuna gelince de Yunan adaları fikri geldi. Önce Palamutbükü'nde sıradan bir pansiyon fiyatına havuzlu otelde kalabilme, çiftlik balığı fiyatına ahtapot yiyip bir kadeh rakı fiyatına bir küçük uzo içebilme, ırzına geçilmemiş sahillerde yüzebilme imkanı nedeniyle cazip geldi. Sonra iki problem çıktı karşıma: 1. problem: zaten bu seneye kadar Yunan toprağına ayak basmamış bir biz kalmıştık, buradan kaçıp Türk işgali altındaki yerlerde tatil nasıl yapılabilirdi ki? Bunu da ramazan ayında tatile gidip bayram başlangıcıyla dönerek bir nebze atlattık. Bir de az tercih edilen adalara (öyle bir ada mı kaldı?) ve adaların da sessiz bölgelerine gitmeye çalıştık. 2. problem: vize! oldum olası vize isteyen ülkelere gıcığım. Hele de bunu bol belge bol teferruat ve bol parayla talep edenlere ekstra gıcığım. Yunanistan da malum Schengen üyesi, ben de önceki iki Schengen'im 2 ve 3 aylık olunca gıcıklık indeksi yükselmişti. Ama malum Yunanistan krizde, turizm önemli gelir ve dolayısıyla da kolay vize veriyorlar. Bir de işleri Kosmos Vize denilen İstanbullu Rumların çalıştığı bir şirkete devretmişler, çok kastırmadan iki günde vizemi aldım.