21.07.2013

corto ganimetleri

Daha önce anlatmıştım Paris'teki Hugo Pratt sergisini nasıl kaçırdığımı, nasıl kedi gibi hediyelik eşya mağazasının camından içeriyi kestiğimi ama sayımda olduklarından güzelim çizimleri kaçırdığımı. İşte o olaydan sonra bizim hanımın yolu Paris'e düşünce görevi ona devretmiştim, o da sağolsun iki magnetle geri gelmişti. Birisi Gençlik Yılları'ndan diğeri Etiyopyalılar'dan.
Daha sonra hanım çok sağolsun sahaf fuarından bir Corto posteri aldı, o da çalışma odasının duvarı ile çalışma masasının üstü arasında gidip geliyor.


Son ganimetlerse gayet taze. Paris'te aylak aylak gezerken karşıma çıktı, koleksiyoner işiymiş ya da satıcı beni yedi. Neyse dünyaya bir daha gelmeyeceğimin farkında olarak oyroları bayıldım.
Bu arada NTV Yayınları'ndan Gençlik Yılları çıktı renkli ve cep boy olarak. NTV Tarih'in içine eden bir yayınevinin Corto'dan uzak durmasını beklemiyorduk değil mi?


7.07.2013

geç kalmış yazı2: herkes kendi federeler duvarı'nı görecektir elbet

29 Mayıs sabahı iş için yolum hazır Taksim'e düşmüşken, sabahın kör vaktinde dozerlerin girdiğini  atılan twitlerden öğrendiğim Gezi Parkı'na uğrayıp işin artık işten geçtiğini düşünmüştüm polis kordonunu görünce. Ama hiç de öyle olmadı, zalimliğe karşı büyüyen tepki çığ gibi ilerledi. Cumartesi günü akın akın Taksim Meydanı'da girilen saatlerde biz de bir taksiye atlayıp Balat'ın yollarını tuttuk, ne de olsa zamanında kararlaştırılmış bir düğünümüz vardı. Ev sahibinin ayağı gaz bombası isabeti sonucu kırılmış, konuklardan bazıları TOMA önüne katılmış, bazıları yollarda mahsur kalmış, bazıları da gaz maskeleriyle Beşiktaş'a koşmuş olsa da yine de bir düğün vardı ortada. Sonrasında Gezi Parkı'ndan meydana taşan "komünal şenlik" kurulduğunda ben uzaklardaydım ve döndüğümde de gene gaz bombaları gene plastik mermiler... Ve bir de üstüne göz göre göre söylenen yalanlar, Goebbels'in yalanıp yutulmuş ilkeleri, zalimlik, kanundışılık, beceriksizlik, gerginlik, meşru müdafaa altında öldürülenler, uzuvlarını kaybedenler, evlerinin içinde gazlananlar...

O uzaklarda olduğum hafta şunu düşündüm: varsayalım bir mucize oldu ve devrim gerçekleşti. Gelecek hafta nasıl bir Türkiye olacaktı? İç karartıcıydı tahminim çünkü o topluluktaki enerji ve espritüellik politikanın çarklarında parçalanmaya mahkumdu. Nitekim 1848'ten 1871'e, 1968'den Arap Baharı'nda hep umutlandıran hareketler daha beter yönetimlere bırakmıştı yerlerini. Mesela Mısır'ı düşünmüştüm, bir Firavun'u deviren halk bir başka Firavun'a mahkum olmuştu-dedim ya geç kalmış bir yazı bu. Fakat artık her geçen gün içim daha da kararıyor. Benim oyumu alamayan iktidar benim yaşam alanımı kısıtlıyor. Tepki gösterince "bunlar" olarak kodlayıp iyice ötekileştiriyor, kendi yavrularına düşman ilan ediyor ve tüm aklı dış mihraklardan aldığım savını öne çıkartıyor. Dinlemek hak getire. Sinirli bir başbakanımız, hukuktanımaz valilerimiz, saçmalayan bakanlarımız, metrolara gaz sıktıran emniyet amirlerimiz, insan öldüren polislerimiz var. Ve ben hepsinden nefret ediyorum. Ne bu dünyada adalete inanıyorum ne de öteki tarafa. Tek dileğim insanların çektirdiği acılardan daha fazlasını çekmeleri. Uzun, acılı bir ölüm bekliyordur umarım bazılarını...

Bu süreçte esas beni mutlu eden bazı liberallerin foyalarının meydan açıkması oldu. Her türlü yavşaklığı yapmalarına alışıktık da bu kadar absürd bu kadar zorlama iktidarı ve gücü yalama gayretleri karşısında ağzım açık kaldı. Gün gelecek, devran dönecek ve bu isimler elbet yalayacak yeni kıçlar bulacaklar zaman içerisinde.

Bir de mesela kardeşimle daha da gurur duydum bu süreçte. Eylemlere katılan, parktaki kedilere evini açan, astımına rağmen durmayan, o en boktan sokaklarda insan avı yapılan pazar günü apartmana süt, su ve solüsyon bırakan kardeşimle ne kadar gururlansam azdır.

Ha bir de bazı insanları hayatımdan çıkardım. Yok, karşıma AKP yalakalığıyla çıkan olmadı neyse ki ama davet edildiğin yere gidemesen bile tebrik etmek için ararsın en azından, babam öldüğünde de silmiştim bazı insanları hayatımdan ve bir şey de kaybetmedim biliyor musun?