25.04.2017

selanik'te ilkbahar


İstanbul'da bahar ancak mimoza bazında kendini göstermişken Selanik'te erguvanından leylağına ve elbette mor salımına renkli aşamaya geçilmişti çoktan; ne de olsa Bizans'ın bir mirasçısı. Sırtımızı güneşe verip bir terleye bir üşüye şehrin eski mahallelerine köhne binaların arasından çıkarken bir yerde gelip kayboluyoruz. Ben haritadan yolu bulmaya çalışırken bir gecekondunun önünde serili çarşafa oturmuş üç velet o mahalleye yolu düşen her ecnebinin ikameti olan hosteli aradığımızı düşünerek bize laf atıyorlar: "Hostel Arabas?". Halbuki biz Tsinari'yi arıyoruz ve tek derdimiz çınarın altında oturup bir kahve içmek: "No, Çinari?". Bu lafın üzerine en fırlamaları olan ortanca velet "Çınarı arıyolar la, kalkın gösterek". Bundan sonrası meslek icabı soru sormayı çok seven hanımın da yeteneğiyle çorap söküğü gibi geliyor. İsimleri Asret, Etem ve emzikli olan en küçüğü de Üseyin. Kızanlarmış. Asret dördüncü sınıfa Etem birinci sınıfa gidiyor. Evet Çınar'da kafeteryalar varmış hatta Etem'in dedesi orada dümbelek "çaliyir"miş ama artık ihtiyarlamış. Üseyin'in anası "dışarlıklı"ymış, yani buradan değilmiş. Hayır ana babaları merak etmezmiş...

Birinci dünyanın en kaymak tabakası Avrupa Birliği'nin taşrasında bir kenar mahallede Çingen çocukları görmek beni nedense üzüyor. Herhalde sebebi Makedonya'nın bir dağında yaşayan dedem ve anneannemin bu çocuklar kadarken yüzyıl önce günlerce yürüyerek bu şehre gelmeleri, aşağıdaki limandan gemiye binip yepyeni bir hayata doğru yol almaları. Nadir ve Zeynep bir şekilde o yolculuğu atlatmış, savaştan  yenik çıkmış bir imparatorluk başkentinin kırsalına zorla yerleştirilmiş. Yepyeni bir dil öğrenmek zorunda kalıp yepyeni kimliklere sahip olmuşlar. Sonra birbirlerini bulmuşlar falanlar filanlar...

İşte tesadüfler birbirini kovalamış ve ben olmuşum. Yıllar sonra Selanik'e gelmişim. Sahilde dolaşıp gençlerin ot tüttürdüğü limanda güneşe karşı yayılmışım. Karnım acıkınca Modiani Pazarı'na gidip bir lokantaya oturmuşum. Fonda rebetikolar çalarken küçük tabaklarda "mezes"ler gelmiş, tadları idare etse yanına bir kadeh uzoyla hayat bana güzel olmuş. O an dünya yansa umurumda olmazmış...