30.11.2010

kablolar sızdırma yapmış usta

İyi kötü kafa yoruyorum dünyada neler oluyor vs diye ve şüphesiz ki iyi şeyler olmadığı kesin. Kesin olan şey birileri yönetiyor birileri de yönetiliyor; bu durumu sadece ülkeler bazında da almamak lazım. Dünyanın yaşanabilir bir yer olması için yönetilenlerin uyanıp kafasını kaldırması gerekiyor. Ben kişisel olarak ABD'nin Irak'a demokrasi (!) getirdiği dönemde yaşadığım çaresizliği hiç bir zaman yaşamadım. O kadar aşikardı ki oynanan oyun, yine de elini kolunu sallayarak uygulayabildi yönetenler kafalarındakini. Ve dünyada bir haltın değişmeyeceğine dair umutsuzluk o günden beri var içimde. Zaten daa önce de yazdım bir yerlere, yarın öbür gün hayatımdan esinlenip bir roman falan yazarsam ilk satırlar Irak'ın işgalinin başlamasını, Ankara'ya giden bir otobüste, bozkırı izlerken Banu Güven'în sesinden dinleyişime dair olacak. O an hayatım da bir dönemeçten geçti bence...

Wikileaks'in yaptığı da çok önemli bence (sadece bu sızdırmadan bahsetmiyorum elbet, bir bütün olarak) ama bu haberleri öğrenenlerin kılını kıpırdatacağına dair zerre umudum da yok. Bir yandan da sırf kişisel meraktan Bangkok ve Yangon büyükelçiliğinden gelecek sızdırmaları bekliyorum.

Neyse. Konuyla ilgili Guardian'ın editöryal yazısının Türkçesini paylaşıp abuk subuk işlerle vakit kaybetmeye devam edeyim:http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalHaberDetay&ArticleID=1030751&Date=27.04.2010&CategoryID=132

28.11.2010

hey you

Kafam çalışmaya başladı sanki. Çok peynir yemeye başladım ondan diye tahmin ediyorum. Kafam çalışınca yazacak bir şeyim mi olmuyor ne? Bu işte bir dengesizlik var...

25.11.2010

bilmem kaçıncı devir haftası


Telefonda "boş durma, bloguna birşeyler yaz. ne zamandır güncellememişsin" dediğinde ben zaten çok önemli bir şey yapıyor ve süper loto kuponu dolduruyordum. Telefonu açayım derken sayıları atmak zorunda kaldım; ya kazanan ilçe kısmında Şişli değil de Simav veya Tomarza yazarsa sırf bu yüzden?

Sonra yürürken o para çıkınca naparım diye düşündüm: öylece dururdum herhalde. Bir de uzun bir tatil. Benim hayalim falan yok ama hayali/gayesi olanlar var; onların gerçekleştirmesini sağlardım. Mesela güzel güzel yazıp bu işe konsantre olmak isteyenler var. Bıraksınlar işi gücü yazı yazsınlar efendim. Fırsat buldukça da benimle yemek yesinler, ne de olsa yalnız yemekten hoşlanmıyorum. Nitekim daha önce söylemiştim güzel yazı yazanlara hayranım diye. Ben asla öyle güzel yazı yazamayacağım ama yazsam bile cuma sabahları ilk işim güzel yazanları okumak olurdu; ederi 50 kuruş. Siz de okuyun okutun...

Günün gurme notu: Cafe Nero kahvesi Starbucks'tan daha güzel galiba. Geçen gün sıradayken önümdeki güzel saçlı kadın VIP kartını gösterip kahvesini alıp gitti havalı havalı. Ben ne VIP'im ne de CIP...

19.11.2010

ev gezmesi

Balkona açılan oda boşaldığından beri kombinin sesi daha bir derinden geliyor; havanın güzelliğinin de etkisiyle, balkon kapısının açık olması sayesinde traş olurken duydum sesi bol bol. İyi şeyleri hatırlatmıyormuş pek, gene fark ettim.

Birazdan kalabalık, sıcak, geniş, yaşayan bir evdeki yemek davetine icabet etmek için evden çıkacağım, merak etmiyor değilim neler olacağını. Bak hem bayram gezmesine de gitmiş sayabilirim kendimi...

18.11.2010

fotoğraf albümleri

Üç yaşında bir çocuk akşamüstü hava kararırken pencerede birilerinin gelmesini umutsuzca bekliyor ve o hissi yıllar sonra bile iliklerine kadar hissediyorsa, şüphesiz ki o çocuktan pek bir hayır gelmeyecektir ileride. O zamanki fotoğraflara bakası yoktur, bakınca da aslında ucundan mutlu olduğunu görür yıllar sonra, şaşırır.

Çocuk o bekleme hissini, yalnızlığı, terk edilme hissini hatırlar sık sık. Hele de güzel bir pastırma yazında, börtü böcek içerisinde, sevdikleriyle birlikte geçen günlerden ve cümbür cemaat yenilen yemeklerden sonra tek başına, şehrin kaosuna, sevmediği dört duvar arasına dönünce iyice açığa çıkar.

Demem o ki, bırakmayın çocuklarınızı başkalarına. Geceleri aynı evde uyuyun. Sonra eldeki mutluluğu bile bozan bireyler ortaya çıkıyor; iyi de halt oluyor.

17.11.2010

iki bayram arası

Gidildi hatta dönüldü. Hava güzel olunca denize bile girildi; tarihe not düşülsün. Geçen bayramdaki gibi aslında her şey. Arayan soran yok, dört gün telefon bile çalmadı. Dönmek en çok da çalışmak zorunda olanlara koydu, gene de İstanbul'un boş halini değerlendirmek de mi lazım ne?

12.11.2010

pastırma yazı

Havanın güzelliğini birkaç günü Bodrum'da kah yürüyüp kah yayılarak geçirmeye gidiyorum; bir süre dükkan kapalı.

11.11.2010

burma: bitirirken

Burma'ya gitmeye karar verdiğim zamanki motivasyonumla yola çıktığım anki motivasyonum arasında dağlar kadar fark vardı. Bu elbette yoldaki ruh halimi de etkiledi ama Burma'nın bir turist için çok zor bir ülke olduğu gerçeğini de kabul etmek lazım. İnanılmaz kapalı bir ülke, geri kalmış her açıdan; bir yandan o günlük hayatımızda alıştığımız şeylerden de uzak bir seyahat imkanı ortaya çıkıyor. Bu kapalılık insanların da içine işlemiş ve bir yabancıyla karşılaşınca, biraz da güvenince başlıyorlar anlatmaya (mesela Kamboçya'da durum tam tersiydi, Türkiye'nin yıllık pirinç üretimini soran rahip bile gördüm). Her biri seçimlerde birşeyin değişmeyeceğini söyledi; ne yazık ki haklı da çıktılar. Aynı zamanda herhangi bir talepleri olmadan yaklaştılar her zaman, içten gülümseyip selam verdiler.

Bahsetmem gereken bir konu da posta kartları. Belki işin geyik kısmı ama cuntayı zarara uğratan bir şey Burma'dan kart göndermek keza pul parası 50-100 kyat (0,05-0,1 dolar). Bu durumun da etkisiyle 20ye yakın kart gönderdim ve yerine ulaşan kart sayısı 10 bile değil. 2,5 aydır yolda kartlar ve gelip gelmeyeceğindne emin değilim artık. Bu arada yeri gelmişken belirteyim: 2 haftalık yolculuk boyunca vize dahil yaklaşık 550 dolar harcamışım ki bunun yaklaşık 100 dolara yakın bir kısmı direkt cuntanın cebine girmiş (vize, çıkış vergisi, ören yeri girişleri vs). Geri kalanın da vergisini düşünce harcamalarımın çoğunun Burmalıların cebine girmiş olması rahatlatıyor beni.

Bir daha gider miyim? Bilmiyorum. Birine ısrarla tavsiye eder miyim? Sanmıyorum. Gitmek isteyen birini vazgeçirir miyim? Asla

9.11.2010

burma: yiyelim içelim




Tayland, Malezya, Singapur gibi görece turistik ve steril bir ülkeye giderken bile ne yiyip içeceğinizi düşünüyor, oraya gidince de fastfood tarzı şeyler yiyorsanız şunu bilin: Burma'da aç kalacaksınız. Ha ama sokakta yapılan/satılan yemekler ilginizi çekiyorsa harika şeyler yiyebileceğiniz kesin.

Ülke bir yanıyla Hint/Paki öğeleri taşırken bir yandan da Güneydoğu Asya/Çin etkisinde olduğundan bu durum yemeklere de yansıyor. Buna bir de ülkedeki azınlıkların ve de İkinci Dünya Savaşı vesilesiyle savaşmaya gelip kalan Nepallilerin etkisini de ekleyince ne yiyeceğinizi şaşırabiliyorsunuz.

Bu karışımın en güzel gözlendiği yerler de çayhaneler. Ülkenin her yerinde bulunan ve bir örneğini de birinci fotoğrafta görebileceğiniz bu çayhanelerin işleyişi de enteresan. Bir kere masadaki termosta her daim Çin çayı var ve beleş. Siz üstüne çay isterseniz sütlü ve şekerli bir çay daha geliyor. Bu esnada masanız da bilimum hamur işleriyle donatılıyor. Ne kadar yersen onun parasını veriyorsun. Ha dersen ki karnın aç noodle ve pirinç yemekleri de yapıyorlar.

Üçüncü fotoğrafta görülen şey ise oralarda yediğim en harika şey: çapati yani bildiğin gözleme. Yanına da koydular mı körili patatesli sosu; batır batır ye. İşin komiği tıka basa yediğin yemeğe 1 dolar verip kalkman. Dördüncü fotoğrafta da Nepal mutfağının güzide eserleri var.

İçecek konusunda ise çakma kola türevlerini saymazsak bilimum meyve (özellikle de lime) suyu emrinize amade. Alkol konusunda ise Myanmar'ı denedim ve ne yazık ki pek de tatmin olamadım. gayet sulu bir bira ama soğuk işte ne yaparsın.

4.11.2010

zeytin

Benim yolum İzmir'e düşerken ve haftasonu Bodrum'a kaçsam mı diye düşünürken o zaten oraya mı gitsem diyormuş iş için; tamamen tesadüf! Hava güzel, zeytinler toplanmayı bekler. Hatta belki de yüzülür. Kısacası yokum haftaya kadar.

3.11.2010

bunu sen de bilirsin alışmak yaşamaktır bakıp bakıp kendine

Üç yıldır bu binadayım. Üç yıldır aşağı yukarı aynı şeyleri yapıyorum, üç yıldır aynı hantal laptopun başındayım. Mesai sevgili patronumuzun bizleri çalıştırmayı sevmesi nedeniyle 08 itibariyle başlıyor. Kahvaltı yaparken internette rutin olarak baktığım siteler arasında geziniyorum; önce kahvaltı bitiyor sonra da siteler. Misal çok bunaldım ve bunları yazıyorum. Sözlüğe yazmayı planladığım bir-iki şey var. Ha bir de Radikal kaldı okumadığım. Tüm bunlar bittiğinde saat 10 falan olur muhtemelen. İşte ondan sonra esas sıkıntı başlıyor. Yazın daha mutluyken kitap vs okuyup oyalıyordum kendimi. Geçen yaz da bitirme projemi yazmıştım misal. Neyse saat 11'i geçince başlıyor bende biraz daha salma: bir saat sonra yemeğe gideceğiz ne de olsa. Bir saat öğlen arası geçince karşımda bomboş 5 saat var. Elimde iş falan varsa yapıyorum/yapıyor gibi görünüyorum. Saat 17 olunca da yine bir salma: bu sefer de eve gitmeye bir saat var!

Görüldüğü gibi bu durum bana bir bok katmıyor, benim de bir şey almak gibi bir niyetim yok artık. Planlarım yılbaşından sonra işe güce bir ara vermek, kenarda birikmiş 3-5 kuruşu harcamak ve ne halt yapacağını bilmeden yeni bir hayata başlamaktı; günlerden bir gün bir cadıyla karşılaştım ve tüm planları çöpe atıp yeni planlar şekillendirmeye başladım(k). Bu şekillenmeler esnasında bugün ilk defa örnek istifa dilekçesine gitti aklım, ama sonra yapılmsı gerekenler gelince göz önüne vazgeçiverdim.

Bunları neden yazdım? Çünkü sıkılıyorum... Ve bence geçerli bir sebep. O zaman başladığımız şiiri de sonlandıralım:

yaşamak alışmalardan sonra
alıştığın herşeyle savaşmaktır

2.11.2010

burma: ülkeden çıkış

Artık ülkeyi terk etme zamanı geldi. Inle Gölü'nden Yangon 12 saat sürüyor. Otobüs kısmen konforlu, yollar başta virajlı sonra taa en başta kullandığım otoban olduğu için rahat. Sabahın kör vaktinde vardık şehre sonra da kendimizi gene bir pikup'ın arkasında bulduk. Giderayak harika bir manzarayla karşılaştım; hatta bu manzaraya kapılıp araçtan atlayarak içeri giren bile oldu.

Uçak akşam kalkacak, Yangon sıcak ve kalabalık, bizler yorgun... Bir odaya doluşup uyuduk, duş aldık, son bir kez Burma yemeklerinin tadına bakıp bir taksiye tıkıştık ve vurduk kendimizi havaalanına. Ülkenin en modern yeri havaalanı bu arada.

Bu noktada bir kaç uyarıda bulunayım: bir kere ülkeden çıkabilmek için 10 dolar bayılmanız gerekiyor ve elbette bu doların gıcır gıcır olması bir şart. Yani kenarda bir temiz banknotunuz yoksa kaldınız oralarda. İkincisi ise bir tavsiye. Eğer elinizde kyat kaldıysa bunu dolara çevirmek biraz zahmetli, paranın ülke dışında kullanımı ise yok. Ama neyse ki havaalanındaki restoranlarda kyat da geçmekte, afiyet olsun...

Güneş batarken uçak da havalandı; bir daha ayak basmamın zor olduğu bir ülkeye veda etmiş oldum.

1.11.2010

l'illusionniste


Corto Maltese: Masalda yaşamak güzel olurdu
Altın Dudak: Tabii. Ama sen zaten sürekli bir masalda yaşıyor ve farkına varmıyorsun. Bir yetişkin masal dünyasına adım attığında artık oradan çıkamaz bunu bilmiyor muydun?


Çizgi romanları seviyorum, dolayısıyla çizgi filmleri de. Masal gibi bir dünyanın içine giriyorum onlar sayesinde. Bu sebeple sinema davetiyesiyle geldiğinde (ki habire bir takım davetiyeler/biletler falan bulunuyor o koca çantasında. Maaşını böyle ödediklerinden şüpheleniyorum) hakkımı bu filmden yana kullandım; Belleville Üçüzleri'ni ne kadar çok beğendiğimi de düşünerek. Kötü bir film izleyicisiyim, daha da kötü bir şekilde yorumladığımdan pek o topa giresim yok. Bu diyalogsuz animasyon çok etkiledi beni ve yalan söylemeye gerek yok sonu içimi burktu. Sevmiyorum ben ayrılıkları...

Bu arada davetiye Astoria içinmiş. Bu dağınıklığı çok eğlendiriyor beni. Bahane oldu işte yine sinemaya gitmek için. Umarım uzun yıllar eğlendirir beni böyle.