31.12.2010

seneyi kapatırken

2010'a fırtına gibi girmiştim. Kırmızı koltuklara serilip, gülelim eğlenelim, yiyelim içelim konulu gecenin ilerleyen aşamalarında kendimi Cihangir'de Frankofon bir evde votka şatlarıyla cebelleşirken bulmuştum. Seneye nasıl girersen öyle mi geçer? Şüphesiz ki değil, nitekim sevdiğimiz bir yazar şöyle demiş tam da konuyla ilgili: “Yeni yılı nasıl girerseniz öyle geçirirsiniz" lafı saçmalık. Kanaatimce tam tersine, asıl bütün bir yılı nasıl geçirdiyseniz yılbaşını da öyle geçiriyorsunuz. Dolayısıyla paniğe kapılmaya mahal yok. Olan olmuş, geçen geçmzaten. Biz sadece sağlamasıyapıyoruz."

Eskiden, ailece yeni yıla evde güzel yemekler yiyerek girerken, televizyonda mutlaka senenin önemli olaylarını özelteyen programlara takılırdım. Artık o programlara ilgi göstermiyorum. O yemekler de olmuyor zaten. Olan olmuş, geçen geçmiş mi diyorum acaba?

Peki nasıl geçti 2010? İyiydi diyelim. Çok şey öğretti, çok yer göstertti, çok insan tanıttı. Müteşekkirim kendisine. Ve tam da bu nedenle iyi bir uğurlamayı hak ediyor...

Bundan tam 365 gün önce birisi gelse ve bugüne ait bir screenshot gösterse hayatımdan, senaryoyu gerçeğe uygun bulmaz ve kaale almazdım muhtemelen. Gel gör ki insan gayet şaşırtılmaya açık bir mahlukatmış... Bakalım seneyi bitirirken neler yazacağım buralara.

30.12.2010

macera dolu trabzon

Senenin son seyahatini de bitirdim. Gittiğim yer de şüpesiz Türkiye'nin en kaotik şehri olan Trabzon. Kaotikliğin sebebi de mimari falan değil düpedüz insanları. Yoksa o yemyeşil doğaya o muhteşem Karadeniz müteahhitliğinin nadide parçalarını yerleştirmek takdire şayan bir olay. Kimse de beni ayrımcılıkla falan suçlamasın keza 31 yıldır Karadeniz insanı kaotikliğini hem çevremde hem de içimde yaşıyorum.

İş bitince akşam uçağını beklemeye başladım Forum Trabzon'da. Bünye hasta ve yorgun olunca bir yarım saat kadar uyumuşum koltukta, iyi geldi. Dışarı çıkınca pis bir yağmur ve boş bir taksi durağı tamamen ayılttı beni. Bilmediğim bir şehirdeyim, yol iz bilmem. Neyse hemen oradaki bir minibüs belli bir ücret karşılığı bırakmaya razı oldu havaalanına. Bu arada şöförle anlaşmamızın, bizi götürmeye ikna olmasının, acelemiz olduğunu söylediğimiz halde arkadaşlarıyla geyiğe dalmasının falan adrenalin bonusu olduğunu belirtmem lazım. Havaalanının kapısına attı bizi, iç hatlara kadar da otostopla gittik. Trabzon ellerinde nostalji!

Havaalanının içi de gayet kaotik. Bu kadar az insanın bu kadar kalabalık havası estirmesi mümkün değil başka şehirde. Ha bir de GBT yapılıyor uçağa geçerken, haberiniz olsun.

Bir yıl daha bitti. Görüşemezsek iyi seneler. 2010 iyi bir yıldı, fırsat bulursam yazarım yarın. Şimdi tek isteğim nemden yapış yapış olduğum, terin gözümü yaktığı, kıpırdamadan oturup soğuk biraları yuvarladığım, kimsenin beni tanımadığı, kimseyi tanımadığım, sokaktan harika yemekler bulabildiğim, telefonu ve interneti unttuğum bir yerde olmak. Kısmet...

26.12.2010

sen


Gidip CD almayalı galiba 2 yıl olmuştur. Çıktığı gün albüm almayalı ise 15 olmalı (Külhani Şarkılar). 2003'ten sonra çıkan Bülent Ortaçgil albümünü de çıkar çıkmaz aldım, günlerdir dinliyorum. Bol denizli, bol bol yaylıların eşlik ettiği gayet de harika bir albüm. Favori şarkım Ayrıntılar.

Hepimize hayırlı olsun...

24.12.2010

noel

Emrullah Efendi nasıl mektepsiz maarifi yönetmeyi planlıyorduysa da bizim sevgili yöneticilerimiz de interneti vs yasaklayarak ofisteki verimi artıracağını düşünmüş. Aferin onlara. Bu yazıyı da çabuk yazayım mazallah binerler tepeme...

21.12.2010

kurtlar çıldırmış olmalı

Hem en uzun gece hem dolunay hem de ay tutulması. Eskilerde olsa ne fırtınalar eser ne kurbanlar kesilirdi. Gerçi astrologlar anlatmıştır bir şeyler ama benim bildiğim kimilerinin bu gece suşi-edamame-şarapla yılbaşını kimilerinin de otlarla dolunayı kutladığı. Ha bir de subükücüler etkilenmiştir bol bol.

Günün bilgisi: Çin astrolojisine göre toprak keçisi burcundanmışım. Hem beni bile yoran inatçılığım hem de yerimden kıpırdamak istememem açıklanmış oldu mu ki?

20.12.2010

eve dönüş


Anahtar iki değil de dört kez dönüyorsa kapıyı açarken, yine kimsenin olmadığını bildiğim halde içeride, bir gülümseme yayılıyor yüzüme. Tezgahta bir not, aynaya rujla yazılmış bir mesaj veyahut duvara kanla yazılmış bir tehdit mesajı bulamasam da çarklar arasına sıkıştırılmak için bekleyen "devrimci aygıtlar" bekliyor yerinde.

Pinpon maçı devam ediyor. Bu da demektir ki itidal'e komşu olmama, meşhur pembeli komşusunun yaptığı Çerkes tavuğunu yememe daha var.

15.12.2010

içimizdeki irlandalı


Viski uzun süre ilgimi çeken bir içki olmadı, belki de oluşan imajından kaynaklıdır. İki sene önce falandı bir kaç şişe güzelinden "ateş suyu"nun ganimet olarak eve girişi, ben de bu vesileyle sevmeye başladım kendisini. Dışarıda tercih ettiğim bir içki değil hala ama bir yılbaşına sızarak girmemi de sağlayabiliyor ev ortamında.

Dün bir viski gecesine +1 kadrosundan dahil oldum, ipin de ucunu kaçırdım; yalan söylememek lazım. Sabah uyandığımda 12 yıllık bir viski fıçısı midemde açılmıştı sanki, şimdi de post alkol depresyonundan muzdaribim. Dublin'e uçsam, çayıra çimene yayılsam, Guinnessları yuvarlasam iyileşir miyim?

14.12.2010

ben derim rintintin, sen ne dersin?

Yazmamamın sebebi yok. Evet kabul edeyim yazacak da bir şeyim yok. Aslında bekleyen gelişmeler var ama sabah uyanıyorum akşama harika gelişmeler olacak yazarım/çizerim diyorum, birkaç saat sonra arayıp iki ay bekliyorsun diyorlar. Pinpon maçı izleyen kedi gibi oldum, yorulunca masanın altına kıvrılıp uyuyasım geliyor. Hava da zaten evden çıkmayıp uyuma havası. Tam benim gibi obsesif adama yapılacak şey anlayacağınız. Akşama da viski-çiğköfte partisi varmış. Halbuki hazırlamıştım ya ben avokadoları?

Yazının özeti: sıkılıyorum, haftasonu gelsin diyorum. Evet...

9.12.2010

3

Hafıza böyle bir şey değil mi? Gözden uzak olan doğal olarak gönülden/zihinden de uzak oluyor. Kullanılmayan organ köreliyor. Görülmeyen, duyulmayan insan siliniyor. Mu acaba?

Varken de pek konuşulmuyor/duyulmuyor/görülmüyorsa insan, yokken ne değişir? Burada kritik cevap "varlığı" oluyor, ben üç yılda bunu anladım. Sen kendi yolundan gitsen de aklına takılanı sormak, danışmak, bir şey paylaşmak için onun oralarda bir yerlerde olması değerliymiş.

Evet alıştığını sanıyor insan, "özlemiyorum" diyor; hatta ileri gidip "aklıma bile gelmiyor". Sonra ne olduğunu anlamadan, uzun aradan sonra bir gün "o gittiğinden beri kimseye derdimi anlatamıyorum" diye bir cümle çıkıyor ağızdan. Yine bir gün uyanılıyor, duş alıp tıraş olunup, tam evden çıkarken akla geliniyor. Yapacak bir şey yok: oturup salonda hüngür şangır ağlamaya başlıyor insan. Ve o an fark ediliyor ki o kadar çok anlatacak şey birikmiş ki; o kadar çok soracak/danışacak şey var ki...

İnsan o zaman anlıyor bazı kişilerin yeri hiç dolamıyormuş.

8.12.2010

güzel bir gün

Bir yandan bozuk buzdolabı bir yandan üst kattan damlayan su. Sabahın köründe kendimi evden atmak için geçerli bir sebepti bence. Hele bunu bir de muhallebicide kahvaltı yapmak gibi bir fırsatla birleştirince...

O saatte hava karanlık, ortalık bomboş. Ancak İkitelli'ye çalışmaya giden garibanlar var servis bekleyen. Uzun süren kahvaltı sonrası (gelsin menemenler gitsin bal kaymaklar ve peynirler) ise herkes çıkmış kovuğundan, hava da aydınlanmış.

Buzdolabı yeni bir termostata kavuşup üst katın vanası da kapanınca keyfim iyice yerine geldi. Öğleden sonraysa telefonda bir ses: "bir iyi bir de kötü haberim var!". Kötü haber pek kötü değilmiş, iyi ise beklenen... Daha herşey netleşmedi ama olsun.

Akşamsa hamsili, salatalı, kitodanlı güzel bir yemek; üstüne de 2 TLlik bir oyuncağın mucizesi. Güzel bir gündü vesselam.

Not: Muhallebicide süt de vardı kahvaltı için. Karşımda böyle biri süt içse ne yapardım bilemedim...

6.12.2010

rainbow over maslak

Müzikten, gitardan falan anlıyor olsam bir şarkı tıngırdatıp adını da başlıktaki gibi koyardım; yeteneksizin önde gideniyim ne yapayım...

Noldu da oldu? Sabah 4 Levent'ten Maslak'a yollanırken harika bir gökkuşağı vardı da önümde o oldu-yıllar var ki görmemiştim kendisini. İçimden bunun bir işaret olduğunu söyleyip güne hatta haftaya iyi başlayacağıma dair umutlandım, sene sonu geldiği için yılla ilgili bir şey diyemiyorum. Tüm bu iyi hisler 0n dakika sonra söndü velakin.

2.12.2010

istek üzerine

Sevgili Herbert,

Her ne kadar Las Vegas hatıralarını anlatmasan, bloga yıllardır yazmasan da bak isteğini yerine getiriyorum.

Ama insanları öpmeyi öğrenemedim bir türlü...