30.04.2010

400


400 kere maşallah bana

29.04.2010

uzaylıdan korkacan abi


Aslında haberi dinleyeli epey oluyor da iş güç derken anca fırsat buldum. Stephen Hawking abimiz uzaylı görürsek muhabbet etmememizi söylemiş. Sebep olarak da Kolomb dönemi sonrası Kızılderililer gibi olabileceğimizi göstermiş. Bence haklı: uzaylıların getireceği bakteriler, virüsler bizim bağışıklık sistemimizi rahatça aşıp insanoğluna ağır hasar verebilir. Hiç beyaz adam görmeden onun getirdiği çiçek hastalığından dolayı yok olan köyler vardı Yeni Dünya'da. Buraya geliyorsa bizden gelişmişlerdir çoğu açıdan; ha bu durumda yiyorsa biz gidelim onların mekanına.

Uşak'ta uzaylı taşlayan köylü yiğitlerimiz vardı, hatta yukarıdaki eşgali vermişlerdi; adamlar Hawking abimizi çok önceden anlamışlar işte.

Konuyla ilgili Tüfek, Mikrop, Çelik'i okumanızı önereceğim ama bulmak zor muhtemelen. O nedenle Dünya Benimdir! olsun önerim.

28.04.2010

afyonun kaymağı konyanın manyağı

Ailecek tatlı manyağıyız, kardeşimle yediğimiz en tatlı şey de Afyon İkbal'deki vişneli ekmek kadayıfı olmuştur. Önce beynimiz tatlıdan kamaşmış, kendimize gelince de tabağı silip süpürmüştük. Yıllar olmuştu oraya yolum düşmeyeli, iş için dün oradaydım nostalji yaptım.

Sucuk aldım elbette ama öyle Cumhuriyet falan değil markası; indik merkeze Merve'den aldık emanetleri. Dönerken de Yayla'ya uğradık. Uzun uzun lokumların makasla kesilmesini izledim. Kaymaklı lokum yapmışlar ki çok tehlikeli olduğunu belirtmem lazım.

Yolda manzara izledim bol bol. Antalya'dan Bursa'ya dönüşlerimi hatırladım. Bir de akasyalar açmış yol boyunca benim de aklıma akasya kokulu sabahlarım geldi. Özlüyorum o sorumluluk olmayan günlerimi...

Cuma da Konya'dayım. Süzme yoğurt alayım.

26.04.2010

roka beyaz peynir


Ne zamandır canım iyi bir beyaz peynirle roka istiyordu. Rokayı pazardan almıştım zaten naneyle birlikte, beyaz peyniri de Şok'tan aldım. Doğruluk marka Ezine'yi şiddetle öneririm. Neyse eve dönerken de Boğaç Şarküteri'den Doygun tam çavdarlı aldım tıkınıyorum hala. Aslında almıyordum oradan birşey ama hava soğuk olunca mecbur girdim. İki yıl önce süpermarketler Uno tekeline uyup Doygun'u kapı dışarı edince en yakın ekmek ikmalini oradan yapabiliyordum, ne zamanki bir gün Yörsan ürünlerini almadı iki kadın müşteri, ilk günden beri dükkanda gördüğüm kel adam da patron övücü laflar etti ilişiğimi kestim. Ha adama bir şey demedim o an, ne de olsa pasif agresifim. Bir de ekabir bu şarküteri: akşam belli saatten sonra ya da pazar günü açık bulmak zor. Gerçi Şişli esnafı için geçerli bu dediğim.

Boğaç'ın hemen karşısında köşedeki manavdan enginar almak lazım unutmadan, yerel esnafı mümkün olduğunca desteklemeli. Mesela eski beyaz eşyacının yerine açılan kokoreççide uzun süre sonra ilk defa "yarım ekmek" diyince fırından yeni çıkmış ve ortasından kesilmiş bir "yarım ekmek" yedim. Civarda iyi kokoreççi yoktu, iyi oldu burası.

Ne yazacaktım konu nereye geldi. Doğruluk Ezine diyordum...

25.04.2010

dön bak dünyaya


Buraya düzenli yazmaya başlayalı bir seneyi geçti; o nedenle belli günlerde "ne yazmışım" diye dönüp bakabiliyorum ya da geriye dönüp "o" dönemle "bu" dönemi kıyaslayabiliyorum. Geçen sene nisan ayında bol bol yazmışım bu seneyse yazma kabızlığı yaşıyorum. İnime çekiliyorum demiştim pek çıkabildiğim söylenemez hala. Yazmak istediklerimi yazamıyorum; kah işle kah Medusalarla uğraşmaktan.

Oturdum pazar günü bitmeden birşeyler yazayım diye, konular çağrıştı. Aklıma eski bir kitap geldi, kitabın hatırlattıkları derken... Neyse, bugün diyeceğim şudur:

Yaşam ne denli gecikirse geciksin,
ölüm hep zamanında gelir -
ölüm gecikmez.

Kişi doğumundan bu yana,
yaşamını ne denli belirgin yaşamışsa,
bugünden ölüm gününe uzanan süreç de
o denli belirsizdir.

Yaşayabildiklerimiz, eninde sonunda,
doğum günlerimizdir- ölüm günlerimiz
değil.

Kadehimi kaldırıyorum gene...

22.04.2010

adeta dörtnala


Böyle bir program vardı Açık Radyo'da. Programcısı da garip bir abiydi. Hey gidi günler...

20.04.2010

eaaalli beş


Samsun'u hiç sevmem. Ekim 2006'da bir ay Sahra Sıhhiye tepesinde geçirdikten sonra aksi de beklenemezdi. Zaten denize bu kadar uzak bir sahil şehrinin nesini sevsem ki? Neyse kader döndü dolaştı beni Samsunlu bir şirketin ofisine oturttu; hatta bir dönem 55 plakalı araba bile kullandırttı. Bol bol Samsunlu hemşerim oldu kısacası.

Uzun lafın kısası yarın Samsun'a uçuyorum ama İzlanda'dan kalkan küller kelek atarsa akşam dönememe ihtimalim var. Samsun intikamını feci alıyor.

Fotoğraf da askerlik günlerinden, Brezilyalı çok kral bir başçavuş vardı. Bir gün gene nöbetteyiz...

16.04.2010

inime çekildim bir süre yokum



Artık çölde midir bu in yağmur ormanlarının ortasında mı bilmiyorum. Gereksiz agresiflik yapacağıma kaybolayım ortadan.

14.04.2010

dogmatik portakal


Yazmıyorsam buraya işlerden, oturup film izleyemiyorsam da haftasonu gezmelerinden. Amenabar'ın Agora'sı hep düşündüğüm şeyi anlatmış: dinler insanlığın afyonudur. Bir devlet adı altında toplumu yönetmek için din önemlidir bunu kabul ederim ama iş inanmaya gelince yan çizerim. Zaten pozitif bilimle uğraşan kişilerin dini inançları olmasının da ancak sağlam bir içsel sorgu sonucunda oluşabileceğine inanırım. Neyse hikayemiz de inanıp inanmamak değil kendi inancını başkasına zorla kabul ettirmek. Nedir yani karşındakini kendi dininden yapmanın dinamiği? "Bir gün herkes Fenerbahçeli olacak" iddiasından farkı nedir ki? Nüfusunun %99'u Müslüman olan bir ülkede neden misyoner faaliyetler öldürülmeyi gerektirir? İsteyen istediğine inansın ama karşısındakini taciz etmesin diyeceğim de çok naif kalacak; sonuçta dogmalardan bahsediyoruz.

Bir de laf ebesi olup senin fikrine katılmadığı halde lafı evirip çevirip kendi kafasındakini sana söyletenler var. Onlar en tehlikelisi; ki bir süredir bol bol uğraşıyorum kendileriyle...

11.04.2010

altın üçgende upgrade zamanı


Televizyon-kanepe-laptop üçgeninde bugün upgrade sürecine başladım. Kardeş gitmiş kampanyada uygun fiyata almış LCD ekranı, gidip yerinde görüp takdir edince eve dönerken ben de aldım bir tane. Güzel bir şey yahu. İleride diğer iki köşede de değişiklik yapılacak, hepsinin bir zamanı var...

Günün notu: Rocko'nun Modern Yaşamı harika bir çizgi filmdi. Bulup seyretmek gerek, bölümlerin tamamını en az beş kere falan seyretmişimdir gerçi.

10.04.2010

birer drink alsak mı?


Danimarka’nın dünyaca ünlü bira şirketi Carlsberg’in çalışanları, iş yerinde bira içmelerine getirilen kısıtlamayı iş bırakarak protesto ettiler. Carlsberg’in sözcüsü Jens Bekke, depo ve imalat bölümlerinde çalışan 250 işçiyle kamyon şoförlerinin, çalışanların iş başındayken sadece öğle yemeklerinde kantinde bira içmelerine izin veren yeni kuralı protesto için dün iş bırakma kararı aldıklarını açıkladı. Şirketin daha önce, çalışanların iş başındayken sarhoş olmadıkları sürece bira içmesine izin verdiğini hatırlatan Bekke, kamyon şoförlerinin bu uygulama dışında tutulduklarını ve kantin dışında üç şişe bira içmelerine izin verildiğini kaydetti.

Carlsberg'in Türkiye pazarına girişi 2002 olsa gerek. O yaz Dünya Kupası vardı ve rahmetliyle evde yalnız kalmıştık. Maçları seyrederken açardık buzdolabına yığılmış şişeleri. Sonra devam ettirmedim nedense Carlsberg içmeyi...

Çalışırken içmek de hep imrenerek baktığım bir şey oldu. Yıllarca ajansta çalıştığım halde tek içtiğim mesai saati, kutlamalar dışında, müşteriye gidecek şarap şişelerini hacılayıp götürmemiz olmuştu. Şimdiki işimde durum daha da vahim; iş yemeklerini elbette saymıyoruz. Çalışırken doyasıya içtiğim tek dönem askerlikti. İçerideki buzdolabına şişeleri zulalar, öğleden sonra da hava iyice ısınınca kupaya doldurur içerdim. Hey gidi günler...

Haberde en dikkatimi çeken kamyon şöförlerine yapılan ayrıcalık. Hem 3 şişe biranın promil olarak ederi nedir yahu?

8.04.2010

kırlangıç fırtınası


Tam takvime uygun şekilde hava bozdu. Bahar gelse de nane alsam demet demet Bacardi'ye katık yapsam. Bir de salatalıklı falan bir kokteyl yapmıştı resto sahibi bir arkadaş ondan da tarifi alsam...

O kadar dolu ki kafam keşke tek derdim "caipirinha"ya votka ve sake katılmasına karşı çıkan Brezilyalılarla hemfikir olmak olsaydı. Gidip yerinde içemedim ya hala şu kokteyli ona yanarım...

6.04.2010

tonight we dine in sparta

İki saat önce yarın sabah Isparta'da olmam gerektiği ortaya çıktı; halbuki daha dün sabah ordaydım. Öyle zört diye isteyince Antalya uçağında da yer bulunamıyor. Tek seçenek bu akşam Antalya'da konaklamak bu sebeple de iki saat sonra yola çıkmak. Çok sıkıldım bu Isparta seyahatlerinden; neyse ki yol manzarası güzel.

5.04.2010

not düşülsün


Sabah 04.30'da kalktığım halde günü o kadar boş geçirdim ki... Tek iyi şey Özdoyum'daki 2,5 porsiyon köftenin yanındaki sürahi ayran ve tahinli piyaz ikilisini tamamlayan tahinli cevizli kabak tatlısı oldu. Ama onların fotoğrafı yerine Silvia Ranguelova'yı yükledim. Acaba kimsenin defterinde not olarak düşülebilecek miyim?

1.04.2010

we'll meet again

Bu ayki CNBCE dergi İkinci Dünya Savaşı şarkıları ve kayıtlarından oluşan bir CD vermiş. İçinde Lili Marleen'den Bella Ciao'a, Katjucha'dan La Vie En Rose'a bir sürü şarkı ve dönemin radyo kayıtları var. Benim en sevdiğim ise Vera Lynn'den We'll Meet Again. Dr Strangelove or: How I Learned To Stop Worrying and Love the Bomb'un kapanışında çalar izlediğiniz üzere. Peter Sellers üç ayrı karakteri canlandırır. Bir başka üç karakteri birden canlandırdığı film The Mouse That Roared, o filmde de akıldan çıkmayan Jean Seberg'dir. Akşam akşam zincirleme çağrıştırmaca oynadım.

tazminat feryadı

Yazasım yok çünkü aklıma gelen konu yok. İşten dolayı kafam durdu. Neyse, sonuçta "işi bıraksam mı?" celallenmeleriyle yaşarken 2,5 yıllık çalışma süresince biriken tazminatımı hesapladım, sonra yapmak istediklerimi tazminatımı alarak ancak yapabileceğimi fark ettim, iş yerinin de beni kovası olmadığını da düşününce feryat edesim geldi.

"Kovun beni müdürüm!?"