30.11.2014
slovenya
Ülkenin şirin havaalanını şirin başkenti Ljubljana'ya götüren tek şeritli yol ormana girdiğinde etraf o güzel sonbahar güneşine rağmen kararıyor. Upuzun ağaçlar, kutu gibi evler, yemyeşil tepeler... Slovenya'ya hoşgeldik!
Şehir küçük ama çok güzel. Ortasından sakince geçen Ljubljanica Nehri'nin üzeri güzel köprüler, kıyısı güzel evler, güzel kafeler ve güzel meydanlar ve güzel kiliselerle bezeli. Yürüyerek kısa sürede herşeyi görmek mümkün. Nehrin sakin hali şehri de huzurlu yapıyor. Ha bir de tepede konuşlu kalesi var ki ona da teleferikle çıkılabiliyor.
Cuma ve cumartesi geceleri şehrin merkezi bir anda cıvıl cıvıl oluyor. Pazar yerinde tezgahlar bir anda yiyecek ve içecek satanlara bırakıyor yerlerini, hemen de yanlarında bir DJ. Fakat kimse birbirine ilişmiyor. Ha keza cafeler barlar da pek farklı değil. İş için geldiğimden çok detaylı gezemiyorum hele eski Yugoslav Ordusu kışlasıyken bağımsızlık sonrası otonom bir kültür alanına dönüşen Metelkova'ya hiç gidemiyorum.
Ülkenin mutlaka görülmesi gereken yeri ise Bled Gölü. Alpler'deki bu buzul gölü yaklaşık yarım saat uzakta. Sonbaharın envai çeşit rengi gölü daha da güzel yapıyor. Bir kayaya oturmuş kalesinden hayranlıkla izlenen gölün ortasındaki adaya kürekle çekilen teknelerle ulaşmak mümkün. Adadaki saat kulesinin içindeki mekanizmayı ise ben sukunet içinde izledim.
Herşey bitiyor, pazar günü dönmeden önce erkenden kalkıp bomboş şehri geziyorum, bir de sis çökmüş ki... Sokaklarda yürürken kiliselerin çanları pazar ayinine çağırıyor. Tamam bambaşka bir yerdeyim, kabul, ama bambaşka bir zamanda mıyım ki acaba? Sis dağılıyor, güneş bu güzelim şehri ısıtırken benim için artık dönüş yolu başlıyor.
Slovenya'ya ayak basarak tüm eski Yugoslav cumhuriyetlerini de ziyaret etmiş oluyorum. Bundan tam 71 sene önce kuruluş kararı alınan ülkenin yerinde yeller esiyor. Bit pazarında denk geldiğim rozeti alıp bir banka oturuyorum. En kısa sürede Slovenya'ya dönme planları yapıyorum.
23.11.2014
boston
O zaman sondan başlayalım: iş için Boston'a gittim ve de iş için olduğundan pek bir şey göremeden döndüm. Neyse ki THY direkt uçuşlara başladı da aktarmalarla telef olmadan 10 saat uçarak Logan Havaalanı'na ulaşılabiliyor.
Anlatmaya ABD vizesi ile başlayalım. Dediğim gibi iş için olduğundan internetten form doldurulup randevu alınması vs olsun bir şeyle uğraşmadım. Bana söylenen saatte İstinye'deki konsolosluğun önünde yanıma telefon vs almadan belgelerimle geldim. İçeri girip parmak izimi verip 30 saniyelik formalite soruları cevapladım ve 10 yıllık vizenin yapıştırıldığı pasaportumu bana en yakın postaneden alacağım günü beklemeye başladım.
Boston gerçek anlamıyla bir üniversite şehri. MIT ve Harvard gibilerin varlığı nedeniyle şehir nüfusunun üçte biri öğrenci oluyor. Ayrıa ülkenin en eski şehirlerinden de birisi. Meşhur Çay Partisi'nin burada olduğu ve bağımsızlığın temellerinin atıldığı da düşünülürse görecek çok şey var diyorsunuz ama sonuç hüsran. Güzel tuğla evlerin olduğu sokaklar veya parklar güzel ama özellikle şehir merkezinde her yer gökdelen.
Şehrin kuzeyi İtalyan güneyi ise İrlanda göçmenlerinin oluşturduğu mahalleler. Ayrıca ABD'nin en büyük dördüncü Çin Mahallesi de burada. Dolayısıyla yiyecek-içecek konusunda inanılmaz bir çeşitlilik var. Şehir aynı zamanda Atlantik Okyanusu'nun da kıyısında, bu da her türlü deniz mahsülünün bulunduğu restoranların varlığına sebep oluyor. Fakat şehir gayet denize sırtını dönmüş durumda, buna karşılık güzel bir akvaryumları var. Ayrıca dünyanın en güzel birası olduğu iddia edilen Samuel Adams'ın da doğuş yeri Boston-ki Octoberfest'in hastası oldum.
Şehir küçük, hele yaygın metro ağı düşünülürse gezmesi kolay. Dediğim gibi iş için orada olunca en sevdiğim şey olan sokaklarda yürüyerek gezme işini pek yapamadım. Ancak Copley Meydanı ve Faneuil Hall civarlarını gezebildim, clam chowder içebildim ve akşam otelden kaçıp bilimum Irish pub'da çeşit çeşit bira içtim.
Sonuçta iş için de olsa ABD'ye de ayak basmış oldum. İlk intibam beklediğim gibiydi. Nasıl olsa 10 yıllık vizem var, bir ara tatil amaçlı da giderim herhalde.
Anlatmaya ABD vizesi ile başlayalım. Dediğim gibi iş için olduğundan internetten form doldurulup randevu alınması vs olsun bir şeyle uğraşmadım. Bana söylenen saatte İstinye'deki konsolosluğun önünde yanıma telefon vs almadan belgelerimle geldim. İçeri girip parmak izimi verip 30 saniyelik formalite soruları cevapladım ve 10 yıllık vizenin yapıştırıldığı pasaportumu bana en yakın postaneden alacağım günü beklemeye başladım.
Boston gerçek anlamıyla bir üniversite şehri. MIT ve Harvard gibilerin varlığı nedeniyle şehir nüfusunun üçte biri öğrenci oluyor. Ayrıa ülkenin en eski şehirlerinden de birisi. Meşhur Çay Partisi'nin burada olduğu ve bağımsızlığın temellerinin atıldığı da düşünülürse görecek çok şey var diyorsunuz ama sonuç hüsran. Güzel tuğla evlerin olduğu sokaklar veya parklar güzel ama özellikle şehir merkezinde her yer gökdelen.
Şehrin kuzeyi İtalyan güneyi ise İrlanda göçmenlerinin oluşturduğu mahalleler. Ayrıca ABD'nin en büyük dördüncü Çin Mahallesi de burada. Dolayısıyla yiyecek-içecek konusunda inanılmaz bir çeşitlilik var. Şehir aynı zamanda Atlantik Okyanusu'nun da kıyısında, bu da her türlü deniz mahsülünün bulunduğu restoranların varlığına sebep oluyor. Fakat şehir gayet denize sırtını dönmüş durumda, buna karşılık güzel bir akvaryumları var. Ayrıca dünyanın en güzel birası olduğu iddia edilen Samuel Adams'ın da doğuş yeri Boston-ki Octoberfest'in hastası oldum.
Şehir küçük, hele yaygın metro ağı düşünülürse gezmesi kolay. Dediğim gibi iş için orada olunca en sevdiğim şey olan sokaklarda yürüyerek gezme işini pek yapamadım. Ancak Copley Meydanı ve Faneuil Hall civarlarını gezebildim, clam chowder içebildim ve akşam otelden kaçıp bilimum Irish pub'da çeşit çeşit bira içtim.
Sonuçta iş için de olsa ABD'ye de ayak basmış oldum. İlk intibam beklediğim gibiydi. Nasıl olsa 10 yıllık vizem var, bir ara tatil amaçlı da giderim herhalde.
14.11.2014
6.11.2014
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)