14.07.2015

toledo





Dubrovnik, Kotor, Ljubljana gibi ortaçağ dokusunu koruyan şehirlere bayılan bendenizin Madrid'e kadar gelmişken Toledo'ya gitmemesi şüphesiz düşünülemezdi. Yol arkadaşımız ise bizden çok çok daha kıdemli bir gezgindi.

Trenle yarım saat sonra Toledo'nun hemen dışına varıyorsunuz-ki bu sayede Madrid'in meşhur Atocha Tren İstasyonu'nu da görmüş olursunuz bu vesileyle. Kısa bir yürüyüşten sonra da zamanının başkentini çevreleyen surlardan içeri giriyorsunuz. Sonrası adeta zamanda yolculuk. Dar sokaklarda kaybolarak gezmek şüphesiz ki bu şehrin tadını çıkarmanın fevkalade bir yolu. Eğer girişlere para vermek sizin canınızı sıkmıyorsa birçok katedral, sinagog ve El Greco Müzesi de görülebilir. Özellikle kulesine çıkıp şehri bir de tepeden görebileceğiniz Iglesia de los Jesuitas'ı pas geçmeyin. Ayrıca hemen karşısındaki barda da güzel cin tonik içmek mümkün.

Şehirde bol bol kılıç (Toledo çeliği meşhurdur alemde) ve hediyelik eşya satan dükkan var. Her ne kadar o çeşit çeşit kılıçların arasında kendimi zor tuttuysam da şehrin en meşhur hemşehrisi Don Quijote'nin güzel bir heykelciği beş yıldır seyahatlerimizden topladığımız ganimetlerin yanında yerini aldı. Şehrin bir başka meşhuru da marzipan. Biz yine kaybolup da denk geldiğimiz, şaşkın şaşkın kapısından girip kendimizi koridorun sonunda gene kapalı kocaman bir kapının önünde bulduğumuz San Antonio de Padua Manastırı'nda rahibelerin yaptığı marzipanlardan aldık. Bu arada tüm iletişimimiz kapıların ardından olmayan İspanyolcamız ve döner çekmeceli bir alış-veriş sisteminden ibaretti.

Artık güneş batmaya yüz tutup da dönme vaktimiz gelince şehrin gecesi nasıl olur diye merak etmeden edemedim.

Hiç yorum yok: