Öğrenciyken de mezun olduktan sonra da bulaşıcı hastalıklar hep ilgimi çekti. Sonuçta gözle göremediğimiz bir mikroorganizma vücudumuza girmenin yolunu geliştirip içeri giriyor, kendini çoğaltıyor ve bizi hasta ediyor. Eğer başkalarına da bulaştırabilirse ne mutlu ona, hele bunu kolay yoldan ve çabuk bir şekilde yaparsa duble mutluluk. Eğer bencil değilse aslında bulaştığı kişiyi öldürmeyip bir ömür onunla yaşayıp, kendine bulaşacak başka canlılar bulması da daha mantıklı olur.
Bizi hasta eden binlerce mikroorganizma var, kiminin adını bile bilmiyoruz ama kimini ezbere sayabiliyoruz. Bir yandan da yenileri gündeme geliyor. Her sahneye çıkanla birlikte tedaviler, aşılar, önleme yöntemleri de diğerlerinin yanına ekleniyor.
İnsanlık tarihi açısından salgınları önemli buluyorum. Mesela sınıf atlamak öyle kolay değildir denir ya, on kuşak gerekir. İşte dünyayı kavuran bir salgına denk getirirseniz ve de hayatta kalırsanız, bir anda sınıf atlama şansınız ortaya çıkar. Salgınlar demokratiktir bir yandan. Sizin yıllarca övdüğünüz “en akıllı”, “en beyaz”, “en güçlü”, “en zengin” gibi sıfatlar bir gecede mezara gömülebilir. Genetiğimiz-bağışıklık sistemimiz uygunsa yaşarız, hatta bazen var olan defektler yaşama şansını artırır (bkz. Orak hücreli anemi). “Her kriz bir fırsattır” diyenleri doğrularcasına ortaçağ Avrupasında veba salgınları sonrası nüfus yarı yarıya düşmüşken maaşlar da iki katına çıkar. Hayatta kalabildiyseniz tabi...
Yine bir salgınla yaşıyoruz. Dünya tarihinde bir dönemecin tam içindeyiz sosyal medya sayesinde yaygın haber ağımız sağolsun. Bu dönem de sağ salim bitip yaralar sarılınca yeni bir dünyada yaşayacak sağ kalanlar. Çalışma dinamikleri, sağlık sistemleri, ekonomik göstergeler, açık sınırlar, kapanan ülkeler derken hepsinin kuralları baştan yazılacak. Bize de izlemesi düşecek. Aslında bakılırsa harika bir deneyimin daha çok başındayız.
Ha bu arada: ellerinizi yıkamayı unutmayın!