29.03.2010

sen ne güzel abimizdin-10


"İnsanlar birbirlerini ne kadar iyi anlıyorlardı...Bir de ben bu halimle kalkıp başka bir insanın kafasının içini tahlil etmek, onun düz veya karışık ruhunu görmek istiyordum. Dünyanın en basit, en zavallı, hatta en ahmak adamı bile, insanı hayretten hayrete düşürecek ne müthiş ve karışık bir ruha maliktir!.. Niçin bunu anlamaktan bu kadar kaçıyor ve insan dedikleri mahluku anlaşılması ve hakkında hüküm verilmesi en kolay şeylerden biri zannediyoruz? Niçin ilk defa gördüğümüz bir peynirin evsafı hakkında söz söylemekten kaçtığımız halde ilk rast geldiğimiz insan hakkında son kararımızı verip gönül rahatıyla öteye geçiveriyoruz?"

28.03.2010

chasing lahmacun

Chasing Amy ilk izlediğimde beğendiğim yıllar sonra izlediğimde ise yarısında uyuduğum bir film oldu. Demek insanın zevkleri değişebiliyormuş zaman içerisinde. Yazının başlığını açıkladıktan sonra gelelim lahmacun meselesine: Lezzetli şey bu lahmacun ama önemli olan güzel yapılmışını bulabilmek. Harcı nasıl, içine ne koymuşlar, lahmacunu bükünce rahatlıkla kıvrılabiliyor mu yoksa çıtırdayarak yer yer kırılıyor mu, yanık kısımlar var mı, lahmacunun ebatı ne, yanında ne getiriyorlar... Anlayacağınız çok bilinmeyenli bir denklem lahmacun. Çok güzellerini yedim ama o muhteşem lahmacuna erişebildim mi bilmiyorum.

Ben şu ana kadar çözebildiğim parametreleri söyleyeyim: içinde sarımsak ve kuru nane olacak, rahat bükülebilecek, yanına sadece maydanoz getirilecek...

bak boşa gitti bir saat


Kafada sorular olunca gece boyunca uykusuz olmayı seviyorum, sarhoş gibi geçiriyorsun ertesi günü akşam da erkenden uyuyorsun. Ha bir sonraki gün o soru işaretleri çıkıyor gene kutudan ama olsun. Eve geldim bol alkollü saat 03'e geliyor hop bir anda 4 oldu. Uyuyup yarın terapi koltuğuna oturup bu yoğun haftayı anlatmak lazım. Bir de ne zamandır içkiyle haşır neşir olduğumu düşündüm. İki birayla mayıştığım günlerden şişelerce %40lık alkol bitirip "şimdi ne yapsam" diye düşündüğüm günlere geldik sonuçta, cevap vermesi güç. Geçen gün de ilk alkol çevirmeme denk geldim, dört saatte üç bira içtiğimden geçtim sınavdan ama notumu sormaya cesaret edemedim. Daha çok içip araba kullandığım oldu elbette ama önemli olan yakalanmamak. Neyse ki sağlam bir karaciğer ve bol yağ kütlem var.

Fotoğraf geçen gün gelen "hiron sen kadında neye dikkat edersin?" sorusuna cevaben konulup Anja Rubik'in büyük etkisi vardır. Gisele çocuk pırtlatınca yeni gözdem kendisi oldu.

25.03.2010

e


Trenin hareket saati gelmişti. Bir memur vagon kapısını örtüyordu. Maria Puder merdiven basamağına atladı, sonra bana eğilerek, yavaş bir sesle, fakat tane tane:

-"Şimdi ben gidiyorum. Fakat ne zaman çağırırsan gelirim" dedi.

Evvela ne demek istediğini anlamadım. O da bir an durdu ve ilave etti:

-"Nereye çağırırsan gelirim!"

24.03.2010

hani türkün türkten başka dostu yoktu?

"Bir milyon İrlandalı’nın hayatını kaybettiği büyük açlık döneminde Türk halkının bize nasıl yardım ettiğini çok iyi hatırlıyoruz. Dönemin Osmanlı padişahı içi gıda dolu üç gemisini Drogheda'daki kuzey limanlarımıza ulaştırmıştı.

İrlanda halkı bu eşine az rastlanır bonkörlük girişimini asla unutmadı ve bunun sonucunda sizin bayrağınızdaki semboller, bu güzel yıldız ve hilali bölgenin sembolü haline getirdiler. Hatta futbol takımının formalarının üzerinde de bu güzel Türk sembollerini görüyoruz. Önümüzdeki cumartesi günü eğer Drogheda'yı ziyaret edecek olursanız yıldız ve hilalli formalı takıma bakarak, Türk Milli Takımı’nın sahada futbol oynadığını düşünebilirsiniz."

İrlanda Cumhurbaşkanı Mary McAleese, 'Lonely Planet' internet sitesinde dünyanın en iyi dost ülkeleri arasında Türkiye ve İrlanda'nın ilk 10 içinde yer aldığını vurguladı."

İlk örnek iyi hoş da diğer ikisi azıcık zorlama olmamış mı yahu?

23.03.2010

karoshi

Japonca "aşırı çalışmadan kaynaklanan ölüm" anlamına geliyormuş bu kelime. Japon hükumeti, fazla mesaiyi teşvik etmeyecek ve çalışanların yılda ortalama 8,5 gün yerine kendi hakları olan 18 gün dinlenmesini tavsiye edecekmiş. Hep 2. Dünya Savaşı sonrası kalkınma atağının sonuçları bunlar.

Benim bu çalışkan arkadaşlara tek sorum var: "manyak mısınız arkadaşım siz?"

22.03.2010

pazara da bahar gelse (previously on tapas)


Ekmeklere zeytinyağı sürsek, biraz da sarımsak. En güzelinden domates, reyhan, peynir falan eklesek. Ne güzel olurdu...

Fotoğrafın suçlusu Mösyö Kurt. Neyin ne olduğu belli olmamış. Biz karides diye gittik garson hanım bu dörtlüyü önerdi; biz de yedik...

21.03.2010

öncüler geldi

Dün tepeden bakınırken giden gemilerin ardından huzurlu sakin duydum birden sesini; ebabiller ve kırlangıçlar hoşgeldi şehr-i İstanbul'a...

Simurg'un attığı keleğe rağmen Mephisto'da buldum kitabı, oturup bir an önce okumam lazım. Zaten Corto Maltese Bir Tuz Denizi Şarkısı'nı bulduğum için orada on gün önce umutluydum ama bu aşamada büyük desteğini gördüğüm kişi, kurum ve kuruluşlara birer teneke ayçiçeği yağı hediye etmeyi düşünüyorum.

Genç işi barlar için yaşlı olduğumdan bu sabah böyle tırt bir yazı çıktı anca. Yazar burada çilek sezonunun açılışına seslendi.

19.03.2010

damsız almıyoruz gençler

Bu lafı yıllardır duymmaıştım; ha gerçi yaş epey bir gençlikten çıktığından sadece ilk iki kelimesini duydum ama olsun. Ve bu 3 günlük iğrenç Ankara seyahatinde başıma gelen tek kötü şey de değildi. Saralım o zaman geriye:

Gidişte benim için manevi değeri çok fazla olan ve piyasada kolay bulunmayan bir kitabı uçakta unuttum. Ne büyük bir salaklık! Kayıp eşyaya da bırakılmadığını öğrendim; kim bilir nerede şu anda o kitap. Ankara Dost'ta bulamadım; sonra sağolsun benden daha üstün akıllı birisi Simurg'u hatırlattı. Yarın alt üst edeceğim İstiklal'deki kitapçıları bulursam hemen okuyup yazacağım buraya da, bulamazsam bir ömür boyu sürecek vicdan azabım olacak. Ne aptal bir adamım...

Dediğim gibi tükettik biraların yanında patatesi, iyiydi hoştu da iğrenç Tunalı kaldırımlarında ayakkabıyı taktık. Yarın onu da tamir ettirmem lazım. Bu arada Mösyö Kurt, göndersene la fotoğrafı da koyayım.

Ankara'nın en klas otelinde banyonun dizaynı hiç sıkılmdan saatler geçirmemi sağladı. Oyun iki aşamadan oluşuyor: ilkinde içeri girdikten sonra kapıyı kapatmanız sonra da açıp çıkmanız gerekiyor; fiziken imkansız olsa da püf noktasını çözünce kolay oluyor. İkinci aşama ise klozetteki suyun klozet kapağı açıkken açılmasını sağlamak ki Fatih Ürekvari yılan dansı bilek hareketlerini yapamadığımdan bu aşamayı geçemedim; başka çözümü varsa bilemiyorum.

Otelde yayılırken müzik kanallarından birinde Moğollar'ın Geri Sar diye bir şarkısına denk geldim. 90larda müzik kanalları falan ilk çıktığında tırt klipler olurdu, bu şarkıya da öyle bir klip çekmişler. Bir kere şarkıyı Cahit Berkay değil Duman Avcıları zamazingosunda şarkı söyleyen abiye benzer birisi söylüyordu. Sözler bol ajitasyona yönelik 68 kuşağı, Deniz falan diyor ama pek de anlayamadım. Elinde lambayla koşan çocuk, film şeridinden oluşan sol anahtarı, aynı garip hareketi yapan eski tiyatrocular, Hababam Sınıfı falan o yıllarda dahi çok kitsch geliyordu.

Ertesi sabah sağolsunlar bizi tabakhaneye yetiştirir gibi kırbaçlarlarken dişimi kırdım; şu psikolojik direnci kırıp o koltuğa oturmam lazım en yakın sürede.

Ertesi akşam Tavukçu'daydık. Oraya bir kere daha gidip sonra hakkında bir şeyler yazmak lazım. Çıkışta Sakarya'da 1-2 bira içip dağılalım dedik ama üç Ankarabilmez olarak dışarıdan makul ve sakin bir yere girmek istedik ama damsız olduğumuzdan alınmadık mekana a dostlar. Halkbuki 30unu devirmiş, saçı döküp göbeği salmış, işten çıktığı her halinden belli üç doktorduk. Demekki sen istediğin kadar uzman ol, müdür ol damsız bira içemiyorsun Ankara barlarında. Kısmet...

Neyse döndüm İstanbul'a. Hani Ankara'nın en güzel yanı İstanbul'a dönmesiymiş ya ben de düştüm trafiğin ortasına. Bir de şirketten aradılar sinirlerim iyice zıpladı. Sokmuşum İstanbuluna da Ankarasına da...

16.03.2010

aziz patrik

Biz Türkler severiz İrlandalıları. Ben de doğal olarak müziği olsun doğası olsun tarihi olsun bol bol ilgi duydum. Bu adalı arkadaşların da en önemli günü olan Aziz Patrick günü yarın malumunuz. Her 17 Mart'ta yeşil giyip bir parça, akşamına da siyah bira-patates-et üçlüsü tüketmeye çalışmak lazım. Ben de yeşil kravatımı takıp ofisten tüymek için katılacağım abuk toplantı için Ankara'ya gidip en yakın dostumla siyah bira-patates-et üçlüsü tüketeyim bari. Cuma akşamına kadar yokum...

İrlandalılar gibi Avrupa'nın köşesinde kalmış Portekizliler var bir de sevdiğimiz; onların en önemli günü ne acaba?

rachel


7 yıl olmuş bugün; yaşasaydı 30unu devirecekti bir ay sonra. Tüm konforunu, ailesini bırakıp Filistin'e gelip bir buldozerin altında kalmasının üzerinden 7 yıl geçmiş. Bu sürede ne katili bulunmuş, ne özür dilenmiş, ne o topraklara barış gelmiş. 0 23'ünde adaletsizliğe direnirken ben konforlu hayatıma devam ediyorum. Düşündükçe bazı şeyleri boğazıma bir şeyler oturuyor, zaten bir halt da yazamıyorum...

14.03.2010

çünkü insan yalnızken katettiği yollardan ne zaman geri dönse yeni bir haber getirir

1952 yılının ocak ayında iki Arjantinli dost -23 yaşındaki tıp öğrencisi Ernesto Guevara de la Serna ile 29 yaşındaki biyokimyacı Alberto Granado- Buenos Aires'ten 1939 model La Poderosa ile yola çıkarlar. Şili'den itibaren gördükleri onlarda büyük bir değişikliğe yol açar. Yıllar sonra bBarda uyuklayan yaşlı biri olmamak için yola çıkan Ernesto, gerçekten de başka biri olarak döner Buenos Aires'e.

Böyle bir yolculuğa kiminle çıkabilir insan? Kim kıçını kollar senin ve sen kimin kıçını kollarsın karşılıksız? Kimden ayrılırken gözlerin dolar, boğazın düğümlenir? Peki kime ne yazarsın gittiğin yerlerden? Sen 15 doları kime verirsin? Ve ne yaparsın herkese 15 dolar veremeyeceğini fark edince?

tohumlar fidana

Dün güzel İstanbul havasının tadını çıkartınca bugün sıra geldi tohum ekme işini aksatmamaya. İki çeşit reyhan ve bir de ateşçiçeği aldım, sonuçları göreceğiz. Şaşırtmak gerekiyormuş keretaları ama kim şaşıracak orası muamma.

Bu arada biraz önce "Tales of Ba Sing Se" vardı CNBC-E'de Momo'nun Appa'nın ayak izinde uyuması ve Iroh bölümü içimi burktu kim bilir kaçıncıya... Bir ara Top5 dizi listemi yazmam lazım.

12.03.2010

aradığınız anıya şu anda ulaşılamıyor


İlk top tepmelerimi Bakırköy Akıl Hastanesi'nin bahçesindeki çam ağaçları altında yapmışım. Annem haftasonları temizlik yapmak için bizi evden kovunca soluğu orada alırmışız. Sonra da jetonlu telefonla arayıp izin çıkarsa dönermişiz; düz tabanlığım da o günlerden miras mesela. Bloga koymuştum ağaçların altında bir fotoğrafımı; otuz yıllık tarihimin en beğendiğim fotoğrafıdır. Bugün işim düştü o tarafa, beklerken bakındım biraz hiç bir anı çağrışmadı. İleriye yürümek istemedim, önünde sarı bir kediyle çekilmiş fotoğrafım olan havuzu ve Düşünen Adam Heykeli'ni göresim gelmedi. Belki salı gününe...

11.03.2010

no hablo espanol


İngilizce'yi kafama vura vura öğrettiler, benim esas aşkım Fransızca olmuştu. Ne 4 sene haftada 2 saat görülen dersler ne de 2 kur Institut Français aramızı yapamadı; hala Fransızca duysam kulak kesilirim. Konuşan az biraz güzel hatunsa hele nefesim bile kesilir.

Benim bildiğim dilden başka dil bilenleri de kıskandım hep. Frankofon bir arkadaşım önümde Katalan gazetesini açıp okuyunca ya da İtalyanca'yı kısa sürede sökünce daha da arttı kıskançlığım ama bir teşebbüste bulunmadım. Başka bir dil de ilgimi çekmedi başta ama yavaş yavaş Yunanca veya Portekizce mi öğrensem diye uzaktan uzaktan hayaller kurmaya başladım; hepsi kısa süreli oldu ama. İspanyolca pek ilgimi çekmemişti yakın zamana kadar. Önce Los Lunes al Sol'u izlediğimde hoşuma gitmeye başladı, sonra filmler Latin Amerika belgeselleri derken iyice merak etmeye başladım. Bugün de İspanyolların düzenlediği bir toplantıdaydım. Bıcır bıcır bir hatun İspanyolca sunum yaparken ben de 13. Savaşçı'da Antonio Banderas'ın yaptığı gibi dinleyerek dili çözme çabalarına girmiştim ki güzel Diana'nın kulaklık getirmesiyle çabalarım boşa gitti. Acaba bir kursa falan mı gitsem, Ekvator'da ucuz diyorlar hem?

Ha bir de adamların ters ünlem ve soru işaretlerinin hastasıyım. Hem baktım da yaklaşık 8000 kişi varmış ülkede bu dili konuşan...

10.03.2010

tablet mendil


Bugün İsparta ellerinde karşılaştım Çinlilerin son marifetiyle. Suya atıyorsun tableti oluyor sana ıslak mendil. Yemek sonrası el yıkamak için sofraya getirilen sudan nefret ederdim, bu eser de üstüne cila oldu. Bu arada İsparta'nın göbeğindeki otoparkın girişinde İngiliz trafik kuralları geçerli, sağınıza solunuza dikkat edin.

9.03.2010

kocakarı soğukları


Tohum aldım. Stop. Ekmeye üşendim. Stop. Havalar çok soğuk. Stop. İşler çok yoğun olduğundan kısa kısa yazıyorum. Stop. Fotoğraf da ne zamandır bekliyordu. Stop. Red Kit'e selam. Stop.

7.03.2010

che



Tarihi bir kişilik hakkında film yapmak çok zor. Bir yanda idolleştirenleri bir yanda nefret edenleri olan bir beğeni skalası oluyor sahnelenen figürle ilgili. Bir de tarihi gerçekleri ekle buna...

Ernesto "Che" Guevara da son 50 yılın en önde gelen figürlerinden şüphesiz. Adeta ikon oldu kabul edelim. Bu sebeple Steven Soderbergh'in yaptığı iş çok zor. Hele bir de 4 saati aşkın süresi olan iki film yapınca. İlk film Küba Devrimi ile ilgili. Che'nin Fidelle tanışmasıyla başlıyor, Küba'ya çıkmaları, astım krizleri, Fidelle çatışmalar, hareketin büyümesi derken araya atılmış Birleşmiş Milletler sahneleri ve röportajlarla sonlanıyor. Benicio del Toro harika oynamış, Demian Bichir biraz karikatürize kalmış sanki. Bir kere çatışma sahneleri çok güzel, abuk görsel efektler yok. Yapış yapış bir melodram, idolleştirme, zafer kazanmışken arkadan giren yaylılar, Che'den kallavi laflar falan da yok; ha film İspanyolca olduğundan aksanlı İngilizce de yok. Bunların hepsi olumlu şeyler. Ama devrimin altyapısı, Che'nin politik altyapısı ve iç dünyası da pek yok filmde; sadece yaptığı bir röportaj ve Birleşmiş Milletler'de yaptığı konuşma ışık tutmaya çalışıyor bize. Daha çok bir belgesel havasında. Devrim olunca da bitiyor film. Sonra başa dönüyor ve Che'nin Fidel'e "devrimden sonra beni bırak bu ateşi Latin Amerika'ya yayayım" dediğini görüyoruz. Dolayısıyla ikinci film başlıyor.

Fidel'in Che'nin veda mektubunu okumasıyla başlıyor ikinci bölüm. Herşeyi bırakıp, kılık değiştirip Latin Amerika'nın merkezi Bolivya'ya gidiyor, gerilla hareketini organize etmeye çalışıyor. Ama olmuyor malumunuz. Halk desteği ve politik destek neredeyse olmayınca kaçarak geçen bir yıllık süreci izliyoruz. Teker teker silah arkadaşlarını kaybeden Che bu filmde daha pasif sanki, biraz da umutsuz her ne kadar son çatışma öncesi "biz daha kötülerini görmüştük" dese de. Nitekim beklenen son geliyor ve yakalanan Che infaz ediliyor. Bu noktada da Soderbergh herkesin bildiği fotoğrafları falan kullanmadan anlatıyor süreci. Sonra da Mercedes Sosa'dan Balderrama başlıyor...

Not: İlk film Bir Devrimcinin Yaşam Öyküsü ikinci film Bolivya Günlüğü temel alınarak çekilmiş. Zaten Che'yi tanımak isteyenleri bu filmden önce kendi yazdığı kitaplara yönlendirmek mantıklı değil mi?

6.03.2010

haritalara bakmaktan geliyorum dedi


Küçükken açardım atlasları saatlerce bakardım; ondandır başkentleri ve bayrakları bu kadar saplantılı şekilde bilmem. Eh az fırça da yemedim yıprattığım için sayfaları zaten. Halen saatler geçirebiliyorum haritaları incelerken. Hayali güzergahlar, planlar, kaçış rotaları... National Geographic'in verdiği o güzel Dünya Haritası'nı asacak bir duvar arıyorum bir yandan da. Ve yetmiyor haritalar bir noktadan sonra. Daha büyük olsun istiyorsun, daha ayrıntılı. Sonra da gidip görmen gerekiyor zaten...

tükürürüm böyle sanatın içine


Bu gece "Alis Mantarı Yedi Abuk Subuk Hayaller Gördü" isimli filmi izleyelim dedik kardeşimle. Fakat o da ne? İstanbul'da dublajsız oynatan salon bulmak deveye hendek atlatmaktan daha zor. Neymiş dublaja çok para harcamışlar da bıkbıkmış da laklakmış... İzlemem o zaman arkadaşım. Ben Shrek'i izlemek için Şişli'den Altunizade'ye üç vesaitle gitmiş adamım torrentten indiririm bu genç kızın tavşan kovalama hikayesini daha iyi. Sonra hiç bana "vay efendim sinema öldü de yok Alkazar da kapandı"yla falan gelmeyin çok pis ısırırım.

Bu akşam sinemaya gitmedik ama kardeşim bana ilk maaşıyla yemek ısmarladı. Yalnız anlamadığım makarnayı da kahveyi de kendisi yapıp servis etti. Bu nasıl birşey ki şimdi?

Son not: başlığa esin kaynağı olan sayın başkanım. Yakında süper bir projeyle geliyorum. Saygılar...

4.03.2010

ada lazım mıydı?


Almanya Başbakanı Angela Merkel'in önde gelen iki siyasi müttefiki, Yunanistan'ın borçlarından kurtulması için Ege'deki adalarından bazısını satmasını öneriyor. Ege denizinin mavi sularında Yunanistan'ın irili ufaklı 6 bin dolayında adası var ve bunlardan sadece 227'sinde yerleşim var. Emlakçılar, Yunan adalarının ülkenin en değerli varlıklarından biri olduğunda hemfikir. Yunan adalarını pazarlayan bir siteye göre, 2 milyon dolar gibi gayet mütevazı bir fiyata ada satın almak mümkün.

Yıllar önce Mavriya Adası 10 milyon dolara satışa çıkartılmıştı; mümkün olsa da alsak bir ada yahu. Tatilde yerimiz de belli olur. İsteyen mangala verir kendini isteyen çıplaklar kampını taşır adasına.

3.03.2010

father issues


Ebeveynlerin doğumdan itibaren yaptıkları/yapmadıkları tüm hayatımızı etkiliyor; sonra otuzuna geldiğinde otur psikolog/psikiyatrist koltuklarına çözmeye çalış. Nereden çıktı bu şimdi? Bir süredir bir haber dolaşıyor Hamas'ın kurucu üyelerinden Şeyh Hasan'ın oğlu Musab Hasan Yusuf 10 yılı aşkın süre İsrail adına casusluk yaptığını açıklamasına dair. Adam kitabında 1996'da tutuklanıp salıverildikten sonra İsrail istihbarat servislerine bilgi sağlamaya başladığını anlatmış. Heyecanlı değil mi?

Filistinli radikal bir örgütün önde gelen üyesinin oğlu babasının düşman bellediği bir ülke adına köstebeklik yapıyor. Onu da geçtim hristiyan olup Kaliforniya'ya yerleşiyor. Musab Hasan Yusuf'ta sağlam "father issue" varmış da asıl ben onun oğlunun yaşayacaklarını düşündüm de kendimi şanslı hissettim.

1.03.2010

mart kapıdan baktırır


İlkokulda öğretirlerdi ilkbahar ayları mart-nisan-mayıs diye. Sonra da bir atasözünden dem vururlardı: mart kapıdan baktırır kazma kürek yaktırır. Ben mart ayında lapa lapa kar yağdığını gördüm İstanbul'a yalan olmasın.

6 Mart'ta 3. cemre düşüyor toprağa; ben Ece Ajandası'nın yalancısıyım. Hemen ardından 11 Mart'ta Kocakarı Soğukları var. Sonrasında da ay boyunca 5 fırtınanın tarihi düşülmüş. 21 Mart'ta da günler eşitlenir, bahar gelir... Yaşasın...