24.11.2011

kotor tiran yolu

Karadağ'ın herhangi bir şehrinden Tiran'a direkt ulaşım yok. Önce Arnavutluk sınırındaki Ülgün'e (Ulcinj), oradan İşkodra'ya ulaşmak gerekiyor. Bu hatta günde iki kere minibüs işliyor. Teorik olarak öğleden sonrakine yetişebilecektik fakat ne zaman kalkacakları tam saat olarak belli olmadığından kaçırma ihtimali hep mevcut. O zaman da ya sınırı taksicilerle geçmek ya da bu küçük şehirde bir gece geçirmek gerekiyor. İşkodra'ya ulaşınca da minibüsle ver elini Tiran. Kısacası Kotor-Tiran hattı hem yorucu hem yıpratıcı. Ne yapalım ne edelim diye düşünürken aklıma Karadağ'dan günübirlik Tiran turu yapan turizm şirketleri geldi; bir şekilde atladık mı otobüse elbet ineriz Tiran'da.

Velhasıl Kotor'da cumartesi öğleden sonra ve pazar günü açık turizm şirketi bulmak imkansız. Şansımızı denediğimiz bir araba kiralama acentesindeki genç Budva'daki arkadaşının bu işi yaptığını söyledi ve telefonunu bize verdi. Biz de genç bir kız olan tur rehberiyle konuşup sabah Budva'da buluşmak üzere anlaştık. Vereceğimiz para da bu işi toplu taşımayla yapsak harcayacağımız miktara yakındı.

Önce sabah 5.30 minibüsünü son anda yakalayıp Budva'ya ulaştık, sonra da Ruslarla dolu tura katılmış olduk. Budva'dan çıkınca biraz sonra St Stevan'ın önünden geçtik, halen restore edilen ada-köy otel olarak müşteri ağırlayacak. Güneye gittikçe Arnavut nüfus arttı, köylerde minareler mezar taşlarında kavuklar görülmeye başladı. Ve nihayet Arnavutluk sınırlarındayız.

Arnavutluk'ta ilk gözüme çarpan Enver Hoca'nın paranoyası sonucu ülkenin her tarafına yapılmış olan beton koruganlar. Hruşçev ve Mao'yu bile revizyonist bulan ve ülkeyi dünyaya kapatan birisinden bahsediyoruz. İkinci gözüme çarpansa Mercedesler. 90ların başında çöken komünist düzen sonrası ülkeye çoğu çalıntı Mercedesler dolmuş. Ehliyetsiz, kuralsız ve trafik ışıksız bir kaos... Mercedes olmayanlar ise başka Alman arabaları. Ve de adım başı araba yıkama yerleri.

- Fakir bir Arnavut'u nasıl tanırsınız?
- Mercedesini kendisi yıkıyordur.

Bir süre sonra İşkodra'dayız. Binalar çirkin, insanlar Slavlar'dan farklı. Şehirde kısa bir turdan ve tepedeki kaleye uzaktan baktıktan sonra çirkin liman kenti Durres'e fırtınayla beraber giriyoruz. Yarım saatlik bir yoldan sonra nihayet Tiran'dayız...

23.11.2011

kotor


Her seyahatin bir hedefi vardır: Geçen sene Bagan bir önceki sene Angkor Wat... Yolculuğun gayesidir. Bu sene o gaye Kotordu. Geçen sene duydum Kotor'u. Ortaçağdaki halini koruyan, daha turist akınına uğramamış, bir fiyordun içinde gizli, dağların eteğinde, tepesinde bir kalesi olan bu Karadağ şehrini...

Karadağ Avrupa'nın görece yeni ülkelerinden; Sırbistan'dan ayrılalı daha dün gibi. Tarihsel olarak kendilerini Sırp yerine Bizanslı olarak tanımlamayı daha çok tercih ediyorlar. Yugoslavya döneminde ikinci planda kalmış cumhuriyetlerden. Ülke fakir, resmi para birimi Euro. Hem harika bir Adriyatik kıyısına hem de ormanlık dağlara sahipler. Daha çok duyuracak Karadağ adını ileride.

Şehrin 70lerde kalmış köhne otogarını inince gene oda kiralamak isteyenler sarıyor çevreyi. Bir teyze otogarla eski şehir arasında odası olduğunu-üç dakika yürüme mesafesi- istersek gelip görebileceğimizi söylüyor. Şehrin anayolunun kenarında, Tito dönemi apartmanının ikinci katına çıkıyoruz. Ev topu topu iki oda; yatak odalarını turizm sezonunda kiralayıp salon niyetine kullandıkları odada yaşayan yaşlı bir çiftin evindeyiz. Teyzenin kocası fanilasıyla oturmuş, bulmaca çözüyor; bizi görünce de gözlüklerinin üzerinden selam veriyor. Her şeye rağmen tertemiz ve balkonu çiçek dolu. Pazarlık yapmadan iki geceliğine tutuyoruz odayı. Böylece teyzenin bir günlüğüne otogara gitmesine de gerek kalmayacak.

Teyzenin yaptığı sert Türk kahvesini içip şehre doğru yola çıkıyoruz. Dubrovnik'in daha küçük, daha bakımsız ve daha az kalabalık hali burası. Ve daha ucuzu.

Şehrin içi yarım saatte dolaşılıyor. Kiliselerin çanları çaldığında -özellikle de pazar günü- ortalık mahşer yerine dönüyor. Kotor'un esas hikayesi bin küsür basamakla tırmanılan kalesi. Nitekim bir pazar sabahı güneş yükselmeden tırmandık biz de. Yavaş ve dikkatli, aşağıdaki manzaranın tadını çıkarta çıkarta... Şehirde bir çok yeme içme mekanı var doğal olarak. En beğendiklerim Stari Grad ve Bastion; elbette konumuz deniz mahsülleri. Eski şehrin biraz dışında taşlık bir halk plajı var, dağları seyrederek çarşaf gibi denizde yüzmek büyük bir keyif.

Evet Kotor'u gördüm, muradıma erdim. Şimdi zorlu bir yolculuk sonrası istikamet Tiran...

19.11.2011

ömer lütfi akad'ın ardından

Türk filmleri arasında en etkilendiklerimden....


14.11.2011

intibak süresi

Yeni bir eve taşındıktan sonra alışma süresi 6 ay diyorlar. Buna semte alışmak da dahilmiş. Taşınalı daha 3,5 ay oldu ve bizim intibakımız da devam ediyor. Bu eve taşınma süreci öyle alengirli oldu ki artık anlatasım bile gelmiyor. En nihayetinde bu haftasonu ev içe sinen bir dizayna kavuştu; yine de kolilerde kitaplar ve CDler sıralarını bekliyor.

Semte alışmak ayrı bir zorluk; ne olsa senden bağımsız. Şişli gibi istemediğimi bile bulabildiğim bir yerden sonra Arnavutköy gerçek manasıyla bir köy: örneğin dergi satan bir yer yok.

Sonuçta insanoğlu adapte oluyor değişikliklere. Hem evden çıkınca deniz kıyısı bir dakikalık yürüyüş mesafesinde be!

11.11.2011

dubrovnik kotor yolu

Belediye otobüsüyle otogara ulaşıp yine aynı uygulamayla otobüse bindik: Bagaj başı 1 Euro bayılıp çantaları aşağı bırakıp boş bulduğumuz yerlere sığıştık. Bu sefer otobüs daha da eski.

Dubrovnik'e tepeden bakıp güneye doğru biraz daha devam edince sınıra vardık. Hırvat polisi dört günlük gecikmeyle giriş damgamızı bastı sınırdan çıkmadan. Karadağ daha fakir bir ülke tahmin edileceği üzere. Herceg Novi'ye ulaştıktan sonra Kotor körfezine girdik: Yolun hemen yanında harika durgun bir deniz, yanıbaşımızdan yükselen gri, çorak dağlar, denizin üzerinde hafif bir pus... Burası şüphesiz ki çok farklı bir yer gördüklerimden. Kotor'a ulaşınca bu his daha da pekişti.

10.11.2011

dubrovnik


Otogarda oda kiralayan bir sürü insan turistlere en azından ellerindeki fotoğrafları ve haritaları göstererek ikna etmeye çalışıyor. Balkanların en pahalı ülkesi Hırvatistan, Hırvatistan'ın da en pahalı şehri Dubrovnik. Ülkenin para birimi Kuna. Bir Euronun ederi 7,2 Kuna idi.

Bir abi Lapad tarafında odası olduğunu, istersek gösterebileceğini söylüyor. Minibüsüne atlayıp tepelere tırmanıyoruz. Yer çok sapa, eski şehir tarafında kalmak daha mantıklı geliyor; sırtımızda çantalar merdivenlerden Lapad'ın merkezine iniyoruz. Evlerin ve otellerin bulunduğu yeşillik bir bölge burası. Marmaris'i hatırlatıyor sanki. Bir otobüsle eski şehre varıyoruz. Hatunun aklına kısa süre önce Dubrovnik'te tatil yapan ve kaldığı yerden memnun olan arkadaşı geliyor. Ve evet; şehre yürüyerek üç dakika uzakta, kale manzaralı, eski bir binanın en üst katındayız.

Dubrovnik'i Dubrovnik yapan Stari Grad, yani ortaçağda donup kalmış surlarla çevrili eski şehir. Pile Kapısı'ndan girince sizi Onofrio Çeşmesi karşılıyor. El kadar yerde manastır ve müzeler var ama pek parlak olmadığını duyduğumuzdan itibar etmedik. Sokaklarda aylak aylak dolaştık, Slavların heryerde çiçek yetiştirme çabasına imrendik, akşamüstü de iki kilometre uzunluğundaki surlara çıkıp şehri tepeden turladık. Eylül ortası olmasına rağmen şehir kalabalıktı; temmuz ve ağustosu düşünemiyorum.

Oralara kadar gitmişken Adriyatik'in de tadını çıkarttık elbette. Siftahı Edie abinin çıkmaz sokaklar, demir kapılar, tarihi duvarlar aşarak bize gösterdiği; kısa saçlı, yaşlı ve iri teyzelerin piknik yaptığı kalenin hemen dibinden yaptık. Şehirden tekneyle on beş dakikada ulaşılan ve üzerinde bina olmayan yeşil ada Lokrum'un kayalıklarında devam edip Lapad halk plajında bitirdik.

Yemek deniz mahsülü ağırlıklı. Fiyatlar yüksek olsa da porsiyonlar büyük, dolayısıyla buradaki küçük porsiyonlar sonrası kendimizi kalamara, midyeye, istiridyeye, risottoya verdik doyasıya. Hemen iki yer önereyim: Meydandaki Kamenice ve limandaki Lokanda Peskarija. Ayrıca "pekara"larda harika unlu mamüller bulunuyor. Şehirdeki dondurmaların da güzel olduğunu unutmamak lazım.

Şehirde bol bol Türk turiste, Türkçe menüye rastlamaya da hazır olun.

Yıllar yıllar önce tepeden şöyle bir baktığımız Dubrovnik'i nihayet gördüm. Kuzey Adriyatik'i sonraya bırakıp esas hedefe, Kotor'a doğru yola devam ettik.

9.11.2011

dönüş

Havaalanından bir şekilde çıkıp yola koyulunca düz bir yoldan gidiliyor çam ağaçlarını yanlarda bırakıp. Bir rampa çıkılıyor, tepeye ulaşınca çam ağaçları da artık geride kalıyor. Ova dediğin zeytinler arasında bir yol. Bir süre sonra da sağ tarafta deniz eşlik ediyor. Pırıl pırıl, mavi bir deniz. Yolun sonu yokuş aşağı harika bir manzara.

Bu yolu yılda en az iki kere aşıyorum. Vardığım yer harika bir bahçe, güzel bir ev, insanlar... Bir gün de olsa on gün de, sıcak da olsa soğuk da o evde geçen zaman su gibi akıp gidiyor-güzel şeyler çabuk bitermiş. Ve dönüş yolu bir o kadar ağır ve kasvetli geçiyor. Tıpkı bu seneki gibi...