8.10.2013

evvel zaman içinde dostlar

Ankara'ya ilk gelişim bir sonbahar günüydü ve hava da tıpkı bugünkü gibiydi. En yakın arkadaşım, birlikte geçen yedi senenin üzerine üniversite için ikameti Ankara'ya aldırdığında ben o taşra şehrinde bir sene daha kalıyordum. Kendisi yurtdışında çalışmaya giden her Türk erkeği parayı, kadını ve ortamı bulup nasıl eşini dostunu gezmeye yanına çağırıyorsa bizimki de aynı mantık beni çağırdı yanına; tek fark bizim ortamımız Sakarya'nın sulu biraları veya ODTÜ'de kafaya dikilen cep kanyaklarıydı. Paranın ve kadının durumunu da bu örnekten çıkartabilirsiniz...

Abidinpaşa'dan Dikimevi'ne iner, oradan Kızılay'a geçer, sap sap kitapçıları gezer, üzerine de bir barda biraya tamah ederdik, hava güzelse Kuğulu Park'ta veya kaçak girme konusunda ustalaştığım ODTÜ'nün bir köşesinde de yanımızdaki nevaleleri tüketirdik. Öğrenciydik ya vakit boldu, o nedenle bol bol konuşurduk-hatta bazen aynı şeyleri.

Ben nedense o günlerde gördüğüm Ankara'yı çok sevdim, yaz kış demeden birkaç kere daha gittim, neyse ki üniversiteyi güzide şehrimiz İstanbul'da ilişkimiz o aşamada kaldı. Bizler de büyüdük ve bordrolu birer ofis elemanına evrildik. Bugün Cebeci'deyken Dikimevi'ne baktım pek değişmemiş gibi geldi. Sonra benim işim erken bitti, onun işi erken bitti, arabaya atladık önce yol üstünden yiyeceklerimizi aldık sonra da biralarımızı. ODTÜ'ye artık misafir kartıyla giriliyormuş, sadece arka koltuktaki torbaların üzerini örtmek gerekti. Hepi topu bir iki saatimiz vardı çünkü O'nun çocuklar evdeydi ve hanımı yalnızdı. Kısa sürede bir yandan yedik içtik bir yandan da sohbet ettik sonbahar güneşinin altında. Bu seferki sohbetlerimiz viski, rulet masası, ekonomik gidişat gibi daha büyük konularıydı ama soğumaya başlayan hava, dökülen yapraklar, toprağın kokusu yirmi sene önceki gibiydi.

Sonra bize ayrılan sürenin sonuna geldik, beni otelime bıraktı, bunu saymamaya karar verdik...

Hiç yorum yok: