İki hafta önce bir toplantı için Hopa'daydım, bu vesileyle birkaç saatliğine de olsa Batum'u görme şansım da oldu. Bu arada önce Hopa'ya Batum Havaalanı'ndan gidişten de kısaca bahsedeyim: bir kere kafa karışıklığına gerek yok, Batum uçağı ile Hopa uçağı aynı sadece fiyatları farklı. Eğer Hopa'ya gidiyorsanız önce dışhatlara gidip nüfus cüzdanınızla pasaport kontrolden çıkıyorsunuz. Yaklaşık iki saatlik bir yolculuk sonucunda Batum'a iniyorsunuz ve sizi ayrı bir salona sokup doğrudan Havaş otobüsüne bindiriyorlar. Bahçeli iki katlı evler, portakalr ağaçları ve yemyeşil bir ovadan geçip sınıra ulaşıyorsunuz ve durmadan Türkiye'nin mimari şaheseri binalarıyla dolu bir tarafı dağ bir tarafı deniz sahilyolundan geçip Hopa Limanı'nda indiriliyorsunuz. Nitekim dönüş de aynı şekilde. Bu arada belirteyim Hopa-İstanbul biletinizdeki kalkış saati Hopa'dan otobüsünüzün kalkış saati, kafanız karışmasın.
Cumartesi toplantı sonrası iki otobüs kalkıp Batum'u görmeye gittik. Sınır kapısı bugüne kadar gördüğüm tüm kara sınır kapıları gibi çirkin ve kaotik. Türkiye tarafından torbalarla aldıkları eşyaları evlerine götüren Gürcülerle birlikte sıraya girip gene nüfus cüzdanımızla sınırdan çıkıp Gürcü tarafında sıraya girdik. Yine bir not: bizim tarafta tuvaletler paralıyken Gürcü tarafında beleş, tuvaletin tam ortasında yer alan klozet ise anlamsız. Batum'un kurulu olduğu Çoruh'un Karadeniz'e döküldüğü ova sınırla birlikte başladığı için şehrin havası daha yumuşak, nitekim dağ taş portakal bahçesi. Yolda önce HES'lerle kuruttuğumuz Çoruh'u sonra Gonio Kalesi'ni geçip şehre giriyoruz. Bir tarafta teneke kaplı Sovyet dönemi toplu konutları bir tarafta dışı şatafatlı içi boş yepyeni binalar, casinolu oteller... Karnımızı haçapuri ve armut gazozuyla doyurup meşhur botanik parkına gidiyoruz ama hava karardığı için pek tadı çıkmıyor. Hopa'da Türkiye saatiyle dört dedin mi hava kararıyor, Gürcistan ise bizden yazın bir kışın iki saat ileri. Sonra kısa bir şehir turu: yine bir tarafta yoğun bir Sovyet dönemi tek tipliği ile birlikte estetik ve yaşlı binalar bir tarafta kapitalizmle birlikte yapılan inşaatlar. Mevsim itibariyle ortalık da pek sessiz. Sonra bu civarın meşhur bir restaurantına götürüyorlar, ayrıntıları burada yazmışlar zamanında. Gürcü şarapları gerçekten muhteşem. Daha sonra biz varız diye Türkçe çalan şarkıcılara postayı koyan beli silahlı abilerin Gürcü müzikleriyle döktürüşünü izleyip geri dönüyoruz. Sınır kapısı Erivan'dan İstanbul'a giden otobüslerle dolu. Yoldan şaraplarımızı alıp gümrükten de torpille geçiyoruz, keza her yerde üç günden az yurtdışında kalanların içki ve sigara getiremeyeceği yazıyor, yanınızdaki şaraplara el konulursa şaşırmayın yani.
Açıkçası bunu saymıyor ve "komşularla sıfır sorun" politikası neticesinde Gürcistanla da papaz olmadan Batum ve oradan da Tiflis'i görmeye gelmek lazım diyorum.
2 yorum:
Keyifli bir yazi olmus, portakalin da mevsimi tam, ne guzeldir.. Bu arada 14 aydir zaruri nedenlerle sarap icemedigim icin ve gurcu sarabinin da tadini bildigim icin, lutfen benim icin de bir kadeh iciver :)
annem geçen hafta bir koli mandalina gönderdi bodrum'dan. harika...
tamam bir şişe kırmızı var daha evde. sen de başla canım yavaş yavaş :)
Yorum Gönder