13.08.2016

helsinki


 Helsinki'ye indikten sonra trene binip şehir merkezine ulaşıyoruz. Tren İstasyonu'ndan itibaren o meşhur Fin Mimarisi'nin örnekleri adım başı karşımıza çıkıyor. Bir de sürpriz: yaz ortası münasebetiyle resmi tatil! Dolayısıyla her yer kapalı... Yiyecek bir şeyler bulmak umuduyla deniz kenarına iniyoruz. Nitekim şehri terk etmeyen Helsinkililer cümbür cemaat sahildeki parklara yayılmış. Bisiklete binen, çimlere yayılan, dondurma yiyen insanların ve üstümüzden geçen kazların arasından şehir merkezine kadar yürüyoruz. Limandaki pazar çoktan toplanmış, Uspenski Katedrali kapalı, Helsinki Katedrali'nin kapıları açık olsa da aşağısında uzanan Senato Meydanı bomboş. Saat ilerliyor, güneş bir türlü batmıyor ama etrafta da in cin top oynuyor. "Artık yeter" diyerek otele yürüyerek geri dönüyoruz çünkü hem memleket pahalı bir memleket hem de şehir küçük ve gayet yürünebilir. Gece yarısı oluyor hava hala aydınlık. Bir ara uykudan uyanıyorum gün aydınlanmış, saate bakıyorum daha sabahın beşi. Biraz daha uyuyorum.


Fin kafası çok enteresan. Bunun da iki örneği şehrin merkezine  kondurdukları küçük eliptik ahşap Sessizlik Şapeli ve kayaların içine yapılmış Temppeliaukio. Pazar günü ortalık biraz hareketlendiğinden hem bu ikiliyi görüyoruz hem de Esplanadi Parkı'nın ve limandaki pazarın kalabalığına karışıyoruz. Sonra tekneye atlayıp yaklaşık 45 dakika sonra Suomenlinna Adası'na gidiyoruz. İsveçliler tarafından 18. yüzyılda yapılan kale kompleksi bugün müzesi, restoranları, pikniğe gelenleriyle UNESCO listesinde. Gel gör ki hem zaman azlığı hem de tatil nedeniyle Ataneum ve Kiasma Müzeleri ile Kaurismaki kardeşlerin barı Kafe Mockba'yı göremeden güneye doğru ilerliyoruz. Belki yolumuz düşer bir daha...


Hiç yorum yok: