8.12.2018
bir kez daha 9 aralık geldi
Siz hiç aklınıza getirmeseniz de yıldönümleri zamanı geldiğinde bilinçaltınızdan (aslında bilinçdışıymış hanım hep düzeltiyor beni) fışkırıyor. Yarın 9 Aralık ve on bir sene olacak nasıl geçtiğini hala anlayamadığım. Bu on bir yılda daha mı çok benzedim ona bilmiyorum. O peki bu on bir yılı yaşasa ne yapardı acaba? Mesela Helene Grimaud'nun Chaconne çalışını hiç dinlemiş miydi? Peki ben ona linkini gönderir miydim acaba? Bunun gibi birçok soru var aklımda asla cevabını bilemeyeceğim. Bir de anlatmam gereken şeyler var ama asla karşıma çıksa bile anlatamayacağım.
12.05.2018
kiraz mevsimi. para kazanma mı yoksa sevişme mi vakti?
Bugün (aslında dün) en sevdiğim Türk yazar Sait Faik Abasıyanık'ın ölüm yıldönümü. Hep derim ki Sait Faik okumayan çok şey kaçırır ama siz ne dersiniz bilemem... Kütüphanemdeki en değerli kitaplardan birisi de Yapı Kredi Yayınları'ndan çıkan ve sanırım artık pek bulunmayan külliyatı.
Ben hiç onun kadar naif bir insan tanımadım, zaten kalmış mıdır da bilinmez. Kendini insanların kötülüğünden uzaklaştırmak için ada'ya sığınır ama haksızlık her yerdedir, nitekim balıkçılar arasındaki bir hak yemeyi görünce gider şunu yazar: 'Söz vermiştim kendi kendime: Yazı bile yazmayacaktım. Yazı yazmak da, bir hırstan başka ne idi? Burada namuslu insanlar arasında sakin, ölümü bekleyecektim; hırs, hiddet neme gerekti? Yapamadım. Koştum tütüncüye, kalem kâğıt aldım. Oturdum. Adanın tenha yollarında gezerken canım sıkılırsa küçük değnekler yontmak için cebimde taşıdığım çakımı çıkardım. Kalemi yonttum. Yonttuktan sonra tuttum öptüm. Yazmasam deli olacaktım.' ..."
Aslında son yılları da ilginçtir. Hastalığının da etkisiyle, cinsel tercihleri yavaş yavaş su yüzüne çıkar, bir yandan da İkinci Yeni'ye göz kırpar. Acaba yaşasaydı neler yazardı merak ederim hep. Ama şu satırlar gösteriyor ki mutsuz olacaktı: "Günlerden pazartesi. Yine vapurun alt kamarasındayım. Yine hava karlı. Yine İstanbul çirkin. İstanbul mu? İstanbul çirkin şehir. Pis şehir. Hele yağmurlu günlerinde. Başka günler güzel mi, değil; güzel değil. Başka günler de köprüsü balgamlıdır. Yan sokakları çamurludur,molozludur. Geceleri kusmukludur. Evler güneşe sırtını çevirmiştir. Sokaklar dardır. Esnafı gaddardır. Zengini lakayttır. İnsanlar her yerde böyle. Yaldızlı karyolalarda çift yatanlar bile tek. Yalnızlık dünyayı doldurmuş. Sevmek, bir insanı sevmekle başlar her şey. Burada her şey bir insanı sevmekle bitiyor."
Neyse uzun kısası, önce Ezginin Günlüğü'nden Sait Faik'in bir şiirinden esinlenilen Şimdi Sevişme Vakti'ni dinleyin sonra da üç sayfalık öyküsünden senaryosu yazılan en sevdiğim Türk filmi Vesikalı Yarim'i izleyin...
16.04.2018
ilerisi lazkiye
Üstteki fotoğrafı 2014 Mayıs ayında çekmişim. Vakıflı'dan Samandağ'a inerken karşıma çıkan manzara. Verimli bir ova, upuzun bir sahil ve karşıda tepesi bulutlu Kılıç Dağı. Arkası Suriye, ilerisi de meşhur Lazkiye. Alttaki fotoğraf düne ait. Bu sefer sahilden Kılıç Dağı. Arkası gene aynı...
O zamandan beri benim hayatımda çok şey değişti eğer burayı okuyan kaldıysa sizin hayatınızda da çok şey değişti. Suriye İç Savaşı'nda da bu dört yılda dostlar düşman, düşmanlar müttefik oldu. Dinamikler darmadağın olup toplandı, meşhur deyişle kartlar yeniden dağıtıldı. Ama bu dört senede Suriye'de bir iç savaş olduğu gerçeği hiç değişmedi.
İş nedeniyle Türkiye'nin yarısına ayak bastım ve sevdiğim ender yerlerden birisi Antakya oldu. O klişelere girip üç din bir arada, hoşgörü vs vs demeyeceğim merak etmeyin. Kadınların sosyal hayatta yer alması ve rahatlıkla içki içilebilmesi benim için yeterli. Muhteşem yemekler de bonus'u... Şehre ilk defa turist olarak gelmiş, hanımla güzel bir akşam geçirmiş eski Antakya sokaklarında dolaşırken 1937 Fransa'sını düşündüm. Savaşın ayak sesleri duyulmasa, dünyada ekonomi boktan olmasa acaba Antakya hala Suriye'de mi kalırdı? Peki Suriye'de kalmış olsa bugün bir yıkıntı mıydı?
İster kader diyin ister şans...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)