9.10.2022

tavan

 Rober Haddeciyan az bilinen harika kitabında adını asla bilmediğimiz karakterinin ağzından der ki: ''İşte tam yedi ay ve on iki gün geçti. İnsan bu kadar uzun süre mutluluğa bile katlanamaz. Meğer insan sadece acıya bu kadar uzun süre katlanabiliyormuş.'' Benim gibi hayatında yemek yemeyi önemli bir yere koymuş birisi bile 72 saat boyunca ağzına bir damla su bile koymamaya alışabiliyormuş demek ya da her tuvalete gidebilmek için hemşire çağırma butonuna basıp onların serumları çıkarmasına muhtaç olmaya... Benim tavanımda öyle çok enteresan bir şey yoktu: ticarileşen sağlık sisteminin getirisi olan otel odası dekorasyonlu bir tavan. Hem ben isimsiz karakter gibi muz kabuğuna basıp felç olmadığım için kan kaybına bağlı halsizlik izin verdikçe bilgisayarımdan, telefonumdan kendimi oyalayabiliyordum hem.


Son dönemde canımı sıkan o kadar çok şey vardı ki uzun yıllardır zaman zaman kendini hatırlatan ülserim "artık buraya kadar" dedi ve kanamaya karar verdi. Ha gerçi zaten dönem dönem kanıyormuş da bu kadarı ilk kez oluyor. Halbuki tam da elimdeki son Honduras Bella Vista'yı demleyip evden öyle çıkacaktım, kısmet değilmiş. Şanslıyım ki tam evden çıkacakken oldu bu hikaye ve hanım da evdeydi. Gereksiz ayrıntılara girmeyeyim. Sağ olsunlar haber alan eş dost aradı/mesaj attı/kalktı geldi. Bu anlarda moral de önemli vesselam... Eve dönünce hayat sigortası poliçesini ortaya çıkardım, sonra hanım kızınca tekrar yerine koydum.


O zaman bu yazıyı yine Haddeciyan ile bitirelim: "Bizim acılarımız bize yeter, bari başkaları için bu kadar üzülmeyelim" Fon müziğimiz de bu olsun.

31.08.2022

1.05.2022

bayramımız kutlu olsun

fabrika durmaz gece gündüz çalışır
nedir adı yanındaki kişinin
kafayı üşütük italyan'ın?
soramam, hava almaya bile çıkamam ki

çalışırım makinanın önünde
saate gece 2 - 10 vardiyasında
tam da şimdi şu anda , geldi müdür,
fısıldadı kulağıma şu iki kelimeyi

dinle göçmen dostum,
zaman paradır.
işçilere konuşma
işine bak
unutma ki oğlun açtır
ve bu da günahtır

sonra eğilip sessizce
benim adım no. sekiz
herkes beni böyle bilir.
ve ben bir sır saklarım
o da benim ismimdir.

20.03.2022

murada ermek


Geçen sefer doğru düzgün kar yağmadığından şikayet ederken bir önceki hafta sonu Boğaz hattını vuran vorteks sayesinde tipiye de lapa lapa kara da doydum. Hatta tarihe kayıt düşelim yarın ilkbaharın ilk günü ama şu an hafif bir kar atıştırıyor. Bunu da görmedim demeyeceğim, mutluyum...

Kar yağarken Hoffman metoduyla yaptığım harika bir Kenya kahvesini içerken Hania Rani'nin yeni albümünü dinledim. Sonra akşam evdeki Russkiy Standart'ı bitirmeye çalışırken harika bir anne kız hikayesi Petite Maman'ı seyrettik. Evet fon hep bembeyazdı. Önceki iki cümleye konu olan her şeyi herkese öneririm. Üzerine basıp ayrıntısına ulaşmak mümkün.

Muradıma erdim, meramım budur...

5.03.2022

Birden sevdalandım Kiyef şehrine

Avrupa sınırları üzerindeki en distopik şehirlerden Minsk'in tren istasyonundan Kiev trenine ucu ucuna koştura koştura yetişip kan ter içinde yataklarımıza serildik. Gecenin kör bir saatinde ağır makyajlı, her ojesi ayrı renk olan asker üniformalı hanımefendinin kaşeyi pasaportlarımıza basmasıyla da Belarus sınırlarını terk etmiş olduk. Ben önce "nasıl olsa birazdan Ukrayna sınır görevlileri gelir" diyerek uyanık kalmaya çalıştım ama yarım saat sonra kendimi uykuya bıraktım. Sabahın serin bir saatinde uyandığımda duruyorduk, camdan baktığımda etrafta bir istasyon olduğuna dair ipucu olmasa da vagonların önünde ellerinde silahla bekleyen Ukrayna askerlerini gördüm. Sonrası son durağa kadar yol boyunca meşhur buğday tarlaları...

Kiev istasyonuna girince bir tiyatro başladı: gençten ve yakışıklıca subaylar iyi İngilizceleriyle başladılar sorgulamaya. "Ne iş yapıyorsun?"dan girip "nerede kalacaksınız?"a giden formalite soruları. Hanımın pasaportunda doğum yerini görüp "Kürdistan yani?" yorumu bile yaptılar. Sonra onlar önde, biz bavullarla arkada, pasaportlar ellerinde istasyonun bir köşesine diğer yabancılarla beraber dizdiler. Gel zaman git zaman, bir odaya alınıp tiyatronun ikinci sahnesini oynamaya başladık. İki masa, dört sandalye, iki subay, iki turist; bavullarımızı bile sığdıracak yer kalmamıştı. Sorular çeşitlendi: "ne kadar para var üzerinde?" "neden buradan Lviv'e geçeceksiniz?" vs. Son soru artık perdenin kapanma zamanını müjdeliyordu: "bugünün Ukrayna'nın bağımsızlık günü olduğunu bilmiyor muyduk?". Gerçekten de bilmiyorduk ama sonraki üç gün boyunca tüm meydanlarda gururla sergilenen silahlardan, meşhur Khreschatyk Caddesi boyunca ilerleyip Maidan'da sonlanan asker, tank, zırhlı ve bilimum teçhizatın geçit törenlerinden, üzerimizden geçen uçak ve helikopterlerden bunu gayet iyi anladık. Sonradan eşi oralı olan bir tanıdıktan o zamana kadarki en görkemli askeri geçit törenlerinin yapıldığını öğrendim.

Nazım Hikmet gibi birden sevdalanamadım Kiev şehrine. Belki sıcaktan, belki o her yerden yükselen kiliselerden, belki o militarist havadan... Fakat şimdi düşününce şehrin şu anki halini üzülüyorum. Belki bir şekilde karşılaştığım insanlardan ölenler oldu. Mars'a seyahat, metaverse falan derken 1938 senesini yaşıyor olmamız büyük bir utanç insanlık adına. 

Kiev'den anı olarak kaldığımız otelimsinin penceresinden son gece bira içerek izlediğim "Ukrayna" Sarayı ve dolunayın fotoğrafını koyuyorum sizler için.



22.01.2022

bir daha asla kar yağmayacak

 


Kendimi yıllar sonra tekrar fluoksetinin güvenli kollarına bıraktıktan sonra daha az kaygılı, daha az mutsuz, daha az sinirliyim. Bir illüzyon evet ama yapacak bir şey yok... Sağ olsun sayesinde bir şeylerden keyif alır hale de geldim mesela. Evde yalnız olduğum bir akşam Deutsche Grammophon'un 2021'in en iyileri videosunu fon müziği yapmışken bir çello-piyano çılgınlığı elimdeki tüm işleri bırakıp klibe kitlenmeme sebep oldu; sonuç: ilk görüşte/dinleyişte aşk... O günden beri her fırsatta kulağımda Hania Rani...

Bu akşamüstü yürüyüşümü de adını İzlanda'daki bir yanardağdan alan Esja albümünü dinleyip "hani kar yağacaktı" diye söylenerek yaptım, müzik tam beklenen hava şartlarına uygun ama gelin görün ki gerçekler fotoğraftaki gibi. İstanbul'da kıyı şeridinde oturmanın ve de küresel ısınmanın katkılarıyla yıllardır şöyle ağız tadıyla bir kar yağışına tanıklık edemedim. İnsanların kardan adam yaptığı anlarda biz çamurun erimiş karla yaptığı o çirkin kombinasyona basmak zorunda kaldık hep. Eve bu hislerle dönünce hanımla her cumartesi akşamı yaptığımız gibi bir şeyler içerken bir şeyler izleme ritüeline geçtik. Etiketine vurulup aldığımız bir Gürcü Saperavi'sinin yanına önce bir Gürcü filmi açtık, sonuç hüsran! Zaten gördüğüm otuz küsür ülkenin arasında en az sevdiğim de Gürcistan olmuştu nedense. Bir Leh filmi açalım dedik adı da hislerime uygun: Sniegu Już Nigdy Nie Będzie (Bir Daha Asla Kar Yağmayacak). Film "eh işte" ama sonunda bir sürpriz vardı benim için: evet bildiniz.

Saat gece yarısına geliyor yerel saatle ve hala kar yağışına dair bir emare yok. Dilerim sabah kalktığımda o özlediğim beyazlığa kavuşmuş olurum. Kahvaltıdan sonra kahvemi demleyip Hania Rani dinleyerek yağan karın keyfini çıkartırım. Bakalım...