Her ne kadar 2013 kadar olmasa bile yine de boktan bir yıldı. Çok çalıştım, iş için 68 uçuş yapmamdan da belli nitekim. Arada kabul edilmeyen bir istifa girişimim bile oldu. Hanımımı da alıp tatil içinse 8 kere uçmuşum: Belgrad, Yunan Adaları, Berlin, Bodrum derken dünyaya bir kere geldiğimizi hatırlayıp yedik, içtik ve de eğlendik.
Harika bir Dünya Kupası izledim, eğlenceli bir hobi sahibi oldum, bol bol kitap okudum (mesela Sait Faik külliyatını bitirdim). Darısı 2015'in başına.
30.12.2014
29.12.2014
berlin: yiyelim içelim
Berlin diyince akla şüphesiz ki bira ve currywurst gelmemesi kaçınılmaz. Nitekim benim gibi bira ile ilişkisi Tuborg Gold ile sınırlı birisi için yemeğin yanında hangi bira içileceğini garsona sormasından daha doğal bir şey de olamaz Almanya'da. Bununla birlikte yolum Münih'e düşerse mevsim nedeniyle ziyaret edemediğim bira bahçelerinde oturmak isterim, hem bira konusuna çalışmaya da başladım.
Madem bol patates ve etli bir Alman yemeğini güzel bir birayla mideye indirdik, yolda gördüğümüz abilerden de üzerine köri serpilmiş currywurst'ümüzü de yedik başka ne yiyelim diye soranlara cevabım olsun: Bir kere Berlin halen çoğu Avrupa şehrine göre ucuz ve de hem Batı hem de Doğu savaş sonrası dönemdeki sanayi atılımı nedeniyle bol bol yabancı işçi getirdiğinden Türk, İspanyol, İtalyan ve Vietnam lokantalarına denk gelmek mümkün. Nitekim Kreuzberg'de caminin hemen yanındaki Miss Saigon'da müthiş Vietnam yemekleri yemek mümkün. Ayrıca herkesin malumu bol bol dönerci var ve denediğim kadarıyla ortada belli bir standart da olduğu için Türkiye'deki dönerlerden daha güzel, ayrıntılı bir açıklamayı şurada bulabilirsiniz. Yine ucuza harika suşi yiyebileceğinizi de belirtmem lazım. Bir de tüyo vereyim: bir metro durağının altında eski bir umumi tuvaletten dönüştürülen Burgermeister inanılmaz hamburgerler yapıyor. Ayrıca biranızı alıp kenarda oturup yiyebiliyorsunuz.
Bizim şansımıza o haftasonu bir yemek festivali vardı şehirde. Biz de peynir atölyelerinin olduğu kısımda dolanıp sonra da "küçük esnaf" moonshinerların ve microbrewerylerin ürünlerinden tattık. Koca koca imbikleri görmek pek heyecanlandırdı beni...
Dönüşte yine bir klasik olarak çantamızı peynirler, şarap ve de meşhur Alman ekmeğiyle doldurup tıpış tıpış geri geldik.
21.12.2014
berlin: gezelim görelim
Tam bir 2. Dünya Savaşı ilgilisi olmama ve yakın tarihi karışık yerleri görmek konusunda garip bir takıntım olmasına rağmen nedense Berlin hiç ilgimi çeken bir yer olmadı. Geçen sene baldızın kafayı kırıp üç aylığına şehre yerleşmesinden sonra da bir anda gündemimize girince ve hazır vize de olunca bayram tatilini fırsat bilip gidip göreyim dedim ne menem bir yermiş.
Şehrin toplu taşıma sistemi gayet başarılı, Tegel'e indikten sonra çıkışta Visit Berlin kartlarımızı alıyoruz ve kaldığımız semt olan Charlottenburg'a en yakın yerde indirecek otobüse atlıyoruz. Otobüs ve raylı sistemde (S ve U Bahn) biletinizi otomatlara okutmak tamamen sizin insiyatifinizde fakat yakalınrsanız cezası büyük.
Charlottenburg dediğimiz yer Batı Berlin'in en zengin semtiymiş zamanında. Zaten Berlin meşhur duvarla ikiye bölündüğünden iki ayrı şehir oluşmuş, Rus işgali sonrası dümdüz olan şehir yeniden inşa edilirken de enteresan bir hale dönüşmüş. Birleşme sonrası da ortaya günümüz Berlin'i çıkmış. Nitekim şehirde hala hummalı bir inşaat çalışması mevcut.
İlk gün sonbaharın muhteşem bir hale bürüdüğü Tiergarden'in içinden geçip 17 Haziran Caddesi üzerinden Brandenburg Kapısı'na ulaşıyoruz. Nitekim artık doğudayız. Under den Linden'i geçip önce Babelplatz sonra Gendarmenmark'a uğruyoruz. Öğleden sonra Müzeler Adası'na varmış durumdayız. Alexanderplatz ve çevresi derken akşam yemeğini Hackescher Markt'ta yiyoruz ve yorgun argın odaya dönüyoruz. Metro ile dönüş bile 45 dakika sürüyor, o kadar uzağa gitmişiz...
Ertesi gün rotayı Alexanderplatz'tan başlatıp Doğu Berlin'in azametli caddesi Karl Marx Strasse'de yürüyoruz. Geniş yollar, geniş kaldırımlar, büyük Sovyetik binalar... 25 yıl boyunca bir şehrin bir duvarla ayrılmasını ve sizin tarafınızın da hangisi olduğunun şansa bağlı olmasını bir türlü tahayyül edemiyorum. Berlin Duvarı'nın en geniş şekilde görülebileceği ve grafitilerin olduğu East Side Gallery'de o izolasyon hissini gayet yoğun yaşıyorum. Yine Spree Nehri'ni geçip bir zamanlar Batı'nın fakir semti, şimdinin meşhur Kreuzberg'inin kaldırımsız ve kaotik sokaklarında gezerken "zaten Türkiye'den bıkmışız Berlin'deki küçüğünde işimiz olmaz" diyerek tüyüyoruz.
Berlin'in bir başka harika yönü müzeleri. DDR Museum bugüne kadar gördüğüm en güzel müzelerden. Doğu Almanya günlük yaşamı hakkında yaşayan bir mekan adeta. Meşhur Trebant'ın şöför koltuğuna oturabiliyor, dolapları açıp elbiselere dokunabiliyor, kahve poşetlerine elinizi daldırabiliyorsunuz. Radyo ve televizyon yayınları, Stasi sorgu odaları, ders kitapları Doğu Almanlar nasıl yaşıyordu sorusunun cevabını veriyor. Alman Tarih Müzesi ise Charlemange'dan başlayarak günümüze kadarki Almanya'nın tarihi ve kültürü hakkında bir geçit töreni. Benim şansıma 1. Dünya Savaşı'nın 100. yıl dönümü sebebiyle hazırlanan şu geçici sergi de vardı. Müze Adası ise adı üzerinde bir müze cenneti. Ben vakit darlığından sadece Pergamonmuseum'a gidebildim ve ne yazık ki meşhur Bergama Sunağı'nın olduğu kısmın 2018'e kadar tadilatta olduğu gerçeğiyle karşılaştım. Gel gör ki İştar Kapısı ve Milet Pazar Kapısı ile teselli buldum. Son gidilen müze ise Yahudi Müzesiydi. Mimarisi ilginç, Nazi dönemi bölümü iç burkucu olsa da Yahudi kültürüne pek ilgim olmadığından genel sergiyi pas geçtim.
Berlin gerçekten enteresan bir şehirmiş, günler kısa olduğundan eksik kalan mahalleri olduğundan bir fırsat daha bulursam giderim herhalde. Şehrin tek kötü yanıysa bir türlü beleş internet bulunamayışı.
Berlin'de ne yiyelim ve ne içelim yazısıyla görüşmek üzere...
Şehrin toplu taşıma sistemi gayet başarılı, Tegel'e indikten sonra çıkışta Visit Berlin kartlarımızı alıyoruz ve kaldığımız semt olan Charlottenburg'a en yakın yerde indirecek otobüse atlıyoruz. Otobüs ve raylı sistemde (S ve U Bahn) biletinizi otomatlara okutmak tamamen sizin insiyatifinizde fakat yakalınrsanız cezası büyük.
Charlottenburg dediğimiz yer Batı Berlin'in en zengin semtiymiş zamanında. Zaten Berlin meşhur duvarla ikiye bölündüğünden iki ayrı şehir oluşmuş, Rus işgali sonrası dümdüz olan şehir yeniden inşa edilirken de enteresan bir hale dönüşmüş. Birleşme sonrası da ortaya günümüz Berlin'i çıkmış. Nitekim şehirde hala hummalı bir inşaat çalışması mevcut.
İlk gün sonbaharın muhteşem bir hale bürüdüğü Tiergarden'in içinden geçip 17 Haziran Caddesi üzerinden Brandenburg Kapısı'na ulaşıyoruz. Nitekim artık doğudayız. Under den Linden'i geçip önce Babelplatz sonra Gendarmenmark'a uğruyoruz. Öğleden sonra Müzeler Adası'na varmış durumdayız. Alexanderplatz ve çevresi derken akşam yemeğini Hackescher Markt'ta yiyoruz ve yorgun argın odaya dönüyoruz. Metro ile dönüş bile 45 dakika sürüyor, o kadar uzağa gitmişiz...
Ertesi gün rotayı Alexanderplatz'tan başlatıp Doğu Berlin'in azametli caddesi Karl Marx Strasse'de yürüyoruz. Geniş yollar, geniş kaldırımlar, büyük Sovyetik binalar... 25 yıl boyunca bir şehrin bir duvarla ayrılmasını ve sizin tarafınızın da hangisi olduğunun şansa bağlı olmasını bir türlü tahayyül edemiyorum. Berlin Duvarı'nın en geniş şekilde görülebileceği ve grafitilerin olduğu East Side Gallery'de o izolasyon hissini gayet yoğun yaşıyorum. Yine Spree Nehri'ni geçip bir zamanlar Batı'nın fakir semti, şimdinin meşhur Kreuzberg'inin kaldırımsız ve kaotik sokaklarında gezerken "zaten Türkiye'den bıkmışız Berlin'deki küçüğünde işimiz olmaz" diyerek tüyüyoruz.
Berlin'in bir başka harika yönü müzeleri. DDR Museum bugüne kadar gördüğüm en güzel müzelerden. Doğu Almanya günlük yaşamı hakkında yaşayan bir mekan adeta. Meşhur Trebant'ın şöför koltuğuna oturabiliyor, dolapları açıp elbiselere dokunabiliyor, kahve poşetlerine elinizi daldırabiliyorsunuz. Radyo ve televizyon yayınları, Stasi sorgu odaları, ders kitapları Doğu Almanlar nasıl yaşıyordu sorusunun cevabını veriyor. Alman Tarih Müzesi ise Charlemange'dan başlayarak günümüze kadarki Almanya'nın tarihi ve kültürü hakkında bir geçit töreni. Benim şansıma 1. Dünya Savaşı'nın 100. yıl dönümü sebebiyle hazırlanan şu geçici sergi de vardı. Müze Adası ise adı üzerinde bir müze cenneti. Ben vakit darlığından sadece Pergamonmuseum'a gidebildim ve ne yazık ki meşhur Bergama Sunağı'nın olduğu kısmın 2018'e kadar tadilatta olduğu gerçeğiyle karşılaştım. Gel gör ki İştar Kapısı ve Milet Pazar Kapısı ile teselli buldum. Son gidilen müze ise Yahudi Müzesiydi. Mimarisi ilginç, Nazi dönemi bölümü iç burkucu olsa da Yahudi kültürüne pek ilgim olmadığından genel sergiyi pas geçtim.
Berlin gerçekten enteresan bir şehirmiş, günler kısa olduğundan eksik kalan mahalleri olduğundan bir fırsat daha bulursam giderim herhalde. Şehrin tek kötü yanıysa bir türlü beleş internet bulunamayışı.
Berlin'de ne yiyelim ve ne içelim yazısıyla görüşmek üzere...
7.12.2014
iş için gidip ganimetlerle dönmek
Doktor eğlemeye gidince hem tüm gün dolu oluyor hem de yemekler için anca grup kabul edebilecek yerler seçenekler arasında yer alıyor. Bu sebeple de sadece birkaç saatlik kaçamaklarda ne denenirse elde o kalıyor. Yine de mutlaka bir markete gidip içkisiydi peyniriydi çantaya doldurmak gerekiyor. Yoksa yabancı diyarlara gidip bir bok görmeden dönmek acıtıyor.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)