5.01.2012

prizren


Prizren her ne kadar ecnebilerin dikkatini çekmese de Türkler için Kosova'nın mutlaka görülesi şehri. Arnavut nüfus çoğunlukta olsa da nüfusun %10-20'sini oluşturan Türkler ve Türkçe hakimiyetini hissetiriyor. Hemen herkesle rahatça iletişim kurabilirsiniz başka bir dile ihtiyaç duymadan. Osmanlı mirası... Ülke Yugoslavya döneminde biraz ihmal edilmiş olsa da özellikle yaşlılar Tito'yu özlüyor hala. Sonrasında gelen savaş şehre pek zarar vermemiş olsa da çevresi ve en önemlisi ülkeyi perişan etmiş durumda. Fakirlik her yerden taşıyor.

Şehir ortasında geçen derenin kenarında dizili şadırvanı, camileri, hamam ve kiliseleri, tepede de surları kalmış kalesinden ibaret. Çevresi Bağcılar benzeri bir yapılaşma. Biz de gezi boyunca kaldığımız en güzel odaya eşyalarımızı atıp keşfe çıkıyoruz; Oltas Pansiyon tatlı yaşlı bir çiftin işlettiği bir yer. Bize verdikleri kocaman odada bilgisayar bile var. Kahvaltı dahil 35 Euro-Kosova'nın da resmi para birimi Euro.

Sinan Paşa Camii'nin kapısının bir tarafında Kosova bir tarafında da Türkiye bayrağı asılı; Kurban Bayramı'nı Kosova'da geçiren Davutoğlu'nun etkisi devam ediyor hala. İnsanlar Türkiye'yi koruyucu abi olarak görüyor, Kosovalı Türk liderler de seçimlerde gelip Kosova kökenlilerden AKP için oy istiyor. Başarılı bir politik ilişki...

Saraybosna'dan sonra burada da köfte kokusu vuruyor beni: ilk durağımız herkesin ortak tavsiyesi sonucu Besimi. Köfteler, salatalar, bira, yoğurt derken üstüne bir de tatlı olarak bombiçe yiyip çatlayacak kıvama geliyoruz. Ve hepsinin ederi 12 Euro.

Şehir bir Anadolu kasabasını andırsa da kızlı erkekli genç grupları, askılı giymiş hamileye kem gözlerle bakmayan halkıyla Anadolu'dan çok da farklı. Halveti ve Kadiri tekkelerinin bahçelerini de sükunetle gezip Aurora'da börekle birlikte trileçe yiyoruz. Burada ne yazık ki Türk kahvesi bulunamıyor ama çaytorelerde demleme çay bulmak mümkün.

Kaleye doğru yıkık evler ve dikenli tellerle çevrili bir kilise görüyoruz. 2004 yılında yaşanan gerginlik esnasında Sırplar'ın evleri ve kiliseleri yakılmış ve hepsi şehirden sürülmüş. İç savaşların doğası: komşu komşuyu öldürüyor. Son olarak da o fakirliğe rağmen açık olan müzik okulunun yanında durup içeriden gelen sesleri dinliyoruz; hemen yandaki sokağa ise dikenli telle kapatıldığı için giremiyoruz.

Akşam yemeği için Ambient Restaurant'ı deniyoruz. Şansımıza garson Ahmet düşüyor, burada hukuk okuyup tatillerde Kosova'da çalışıyor. Türkiye'den geldiğimizi duyunca sanki akrabaymışçasına ilgileniyor bizimle. Önce özel Prizren tava yaptırıyor sonra da normalde kadehle satılmayan şarapları bize kadehle veriyor: "içmediğinizi dökeriz, kalkıp İstanbul'dan gelmişsiniz buralara başımızın üstünde yeriniz var." Kosova'nın durumu, savaş, Türkiye derken harika bir akşam yemeği yemiş oluyoruz.

Akşam odaya dönerken haftaiçi ve geç saat olmasına rağmen kafeler kalabalık. Yarın son durak Üsküp'e gidiyoruz...

Hiç yorum yok: