Eylül bitiyor ben daha palamut mevsimini açamadıysam yuh olsun bana. Dün Kurtuluş Caddesi boyunca fark ettim ki maşallah herkes palamutları atmış tavalara. Ben de bu akşam açayım değil mi sezonu; yanına da bonus olarak hamsi kuşu..
Leziz mi leziz...
27.09.2010
25.09.2010
burma: mandalay
Ülkenin ikinci büyük şehri ve kuzeyin merkezi. Şehir büyük olduğundan gene bir kaos var ama Yangon'a göre daha sakin elbette. Görülecek yer bol fakat çoğu için 10 dolarlık bir bilet gerekiyor. Ben de bu biletin istenmediği yerleri gezmeyi tercih ettim. Şansıma o gün dolunay olduğundan çoğu yer de kapalıydı. Mandalay'ın enteresan yanı her büyük Budist tapınağının karşısına İngilizlerin koloni döneminde bir kilise kondurmuş olmaları; sokağın başında da bir cami oluyor. Esas kutsal yer ise Mandalay Tepesi. 240 metrelik tepesine zorlu bir tırmanıştan sonra ovaya ve şehre doyasıya bakabilirsiniz. E çıkmışken güneşi de batırın derim.
Mandalay'da bahsedilmesi gereken bir konu ulaşım. Şehir büyük hava da sıcak olunca taşıt ihtiyacınız oluyor. Bu açıdan üç alternatif var: bisikletli rikşa kendinizi gayet emperyalist hissettiğiniz, siz otururken gariban bir adamın bisiklet tepesinde helak olduğu, yavaş ve bu sebeple sıcağı hissedip sıkılabildiğiniz ve sonunda da başta anlaştığınız paradan fazlasını isteyen sürücüyle tartıştığınız bir araç; mavi taksi denilen şey arkadaki daracık alana sığdığınız bir pikup; benim favorim ise hızlı ve eğlenceli mototaksi.
Mandalay'da bir gün geçiyor rahatça, görülecek çevresi var bir de...
22.09.2010
bari bi beş falan tuttursaydım
Uzun süre sonra sayısal loto oynadım; uzun süre sonra gene babayı aldım. Arkadaş hayallerimiz var nolurdu beş falan çıksaydı? Neyse önümüzdeki çekilişlere bakacağız...
Bir ara kafamı toplayıp Burma yazılarına devam edeyim ama önce azıcık uyuyabilsem keşke.
Bir ara kafamı toplayıp Burma yazılarına devam edeyim ama önce azıcık uyuyabilsem keşke.
21.09.2010
insomnia
2 aydır düzgün bir uyku çekemedim galiba; hatta gram uyumadığım geceler de oldu. Bazen uyuyasım olmuyor bazen uykum olsa da uyunmuyor işte. Sonra bok gibi geçiriyorum bütün günü. Evdeki melatoninleri deneyeyim bari...
17.09.2010
burma: yangon mandalay yolu
Evet Yangon'da şokun kralını yaşayınca vurdum kendimi ülkenin ikinci büyük şehri Mandalay'a. Ülke içerisinde ulaşım amacıyla dört araçtan birisini tercih edebilirsiniz: özel şirketlere ait otobüsler, devlete ait uçak, tren ve tekneler. Cuntaya en az parayı kazandırmak niyetinde olduğumdan otobüsü tercih ettim. Şimdi Burma dahilinde otobüs yolculuğu yapacaksanız bazı şeyleri bilmeniz gerekiyor; hatta şu linki okumanız size çok şey kazandırır. Ben okudum, kazandım.
Bir kere otobüsler dökülse bile maşallah televizyon ve ses sistemleri sağlam. O sebeple bol bol Burmaca şarkı dinleyip sizden başka tüm otobüsün güldüğü diziler/filmler izlemeye hazır olun. Ayrıca otobüsler Burmalılara göre yapıldığından koridor kenarı koltuk sizi biraz daha rahat ettirecektir. İnsanlar yemek yiyor, kusuyor ve çiğnedikleri betel yapraklarını tükürüyor. Bazı turistlerin klimadan rahatsız olduğunu duymuştum ama şansıma benim yolculuklarımda pek çalıştığını görmedim. Bir alışmanız gereken nokta da şöförlerin sürekli ama sürekli kornaya basması; bir süre sonra hissizleşiyorsunuz gerçi.
Neyse Yangon'dan otobüse binmek için öncelikle şehre yarım saat uzaklıktaki havaalanına yakın yeni otobüs terminaline gitmeniz lazım; ki burayı gördükten sonra eskisinin hali nasıldı diye epey bir meraka gark oluyorsunuz. Taksi 5000-6000 kyata götürürken ben otel sahibinin de gazıyla 1000 kyat verip servisle gitmeye karar verdim. Bunun için öncelikle tren istasyonunun karşısındaki stadyuma ulaşıp otobüsünüzün ofisini bulmanız lazım. Hatırlatayım: tüm yazılar Burmaca. Burada 1,5 saat bekledikten sonra servis denilen şeyin bir pikup olduğunu ve yarısından çoğunun da kutularla doldurulduğunu gördüm, el mecbur sığıştım bir köşeye.
Otobüs otoyola bağlanıyor; bildiğin iki şerit gidiş iki şerit geliş bir yol. Işıklandırma falan yok. Yol kenarında taşlar var her yüz metrede bir, kaçıncı metrede olduğumuzu yazıyor. Obsesifler için iyi bir eğlence olsa gerek. Bir süre sonra yeni başkent Naypyidaw'a yaklaşıyoruz ve ilk kimlik kontrolünden geçiyorum. Sonra yol birden dört şeride çıkıyor, ışıklandırma başlıyor. Etrafta ne işe yaradığı meçhul lüks resortlar... Başkenti geçiyoruz ve yol bu sefer tek şeride düşüyor. Ağaçlar yollara kadar eğilmiş, bir de muson başlıyor ki...
Sabah 5'te kargalar kahvaltı yapmadan bir yere geliyoruz, Mandalay otobüs terminaliymiş. Bardaktan boşanırcasına bir yağmur var ve ben 12 saatlik yolculuk boyunca zerre uyuyamadım. Kendimi Malezyalı bir çocukla mini bir pikupın arkasına sığışmış buluyorum. Neredeyim ben?
Bir kere otobüsler dökülse bile maşallah televizyon ve ses sistemleri sağlam. O sebeple bol bol Burmaca şarkı dinleyip sizden başka tüm otobüsün güldüğü diziler/filmler izlemeye hazır olun. Ayrıca otobüsler Burmalılara göre yapıldığından koridor kenarı koltuk sizi biraz daha rahat ettirecektir. İnsanlar yemek yiyor, kusuyor ve çiğnedikleri betel yapraklarını tükürüyor. Bazı turistlerin klimadan rahatsız olduğunu duymuştum ama şansıma benim yolculuklarımda pek çalıştığını görmedim. Bir alışmanız gereken nokta da şöförlerin sürekli ama sürekli kornaya basması; bir süre sonra hissizleşiyorsunuz gerçi.
Neyse Yangon'dan otobüse binmek için öncelikle şehre yarım saat uzaklıktaki havaalanına yakın yeni otobüs terminaline gitmeniz lazım; ki burayı gördükten sonra eskisinin hali nasıldı diye epey bir meraka gark oluyorsunuz. Taksi 5000-6000 kyata götürürken ben otel sahibinin de gazıyla 1000 kyat verip servisle gitmeye karar verdim. Bunun için öncelikle tren istasyonunun karşısındaki stadyuma ulaşıp otobüsünüzün ofisini bulmanız lazım. Hatırlatayım: tüm yazılar Burmaca. Burada 1,5 saat bekledikten sonra servis denilen şeyin bir pikup olduğunu ve yarısından çoğunun da kutularla doldurulduğunu gördüm, el mecbur sığıştım bir köşeye.
Otobüs otoyola bağlanıyor; bildiğin iki şerit gidiş iki şerit geliş bir yol. Işıklandırma falan yok. Yol kenarında taşlar var her yüz metrede bir, kaçıncı metrede olduğumuzu yazıyor. Obsesifler için iyi bir eğlence olsa gerek. Bir süre sonra yeni başkent Naypyidaw'a yaklaşıyoruz ve ilk kimlik kontrolünden geçiyorum. Sonra yol birden dört şeride çıkıyor, ışıklandırma başlıyor. Etrafta ne işe yaradığı meçhul lüks resortlar... Başkenti geçiyoruz ve yol bu sefer tek şeride düşüyor. Ağaçlar yollara kadar eğilmiş, bir de muson başlıyor ki...
Sabah 5'te kargalar kahvaltı yapmadan bir yere geliyoruz, Mandalay otobüs terminaliymiş. Bardaktan boşanırcasına bir yağmur var ve ben 12 saatlik yolculuk boyunca zerre uyuyamadım. Kendimi Malezyalı bir çocukla mini bir pikupın arkasına sığışmış buluyorum. Neredeyim ben?
16.09.2010
burma: yangon
5 sene önceye kadar ülkenin başkenti ve halen en büyük şehri. Havaalanından çıktıktan sonra şehre ulaşmanın tek yolu taksi-ki ederi 5 temiz dolar. Şehrin göbeği Sule Paya denilen bir tapınak; ama öyle etrafı bahçeli falan tapınak beklemeyin. Etrafında arabaların cirit attığı bir göbekte konuşlanmış ve etrafı Eminönü trafiği gibi bir keşmekeş içerisinde. Zaten şehre geldiğimde bir Güneydoğu Asya ülkesinde miyim Pakistan'da mıyım anlamadım. Otel de yakın bu Sule Paya'ya; 2 hafta boyunca kaldığım en kazık ve en kötü otel olma özelliği taşıyor. Nasıl bi kaosun içindeyim anlatamam...
Şehrin en görkemli anıtı Shwedagon Pagoda. 100 metre uzunluğunda 2500 yıllık bir tapınak burası. Oldukça geniş bir alana yayılmış. Kapıdan girince huzurlu bir ortama ayak basmış oluyorsunuz. Rüzgarda ses çıkartan ziller, uçuşan kırlangıçlar, meditasyon yapanlar... Ben de öyle otururken emekli bir İngilizce öğretmeniyle tanıştım, epey sohbet ettik (biraz gevezeydi kendisi). Tapınakta yer alan şeyleri, anamlarını, hikayelerini anlattı; Budist değilsen havada kalıyor çoğu şey. Sonra gezegen falıma baktı, politika konuştuk, çıkıp yemek yedik, akşam da bu görkemli anıtın pırıl pırıl ışıklandırılmış halini seyrettik.
Şehirde dolaşmaya başladım,her sokakta kolonyal dönem binaları. Hepsi pek eski, kapıda 1925 yılında inşa edildiği yazıyor; muhtemelen de o tarihten beri badana bile görmemiştir. Devlet binaları boyanmış tabii rengarenk. O sıcakta yürüdüm mümkün olduğu kadar ama nem ve trafik de eklenince bir yere kadar dayanabiliyor insan. Pek övülen Bogyoke Market'e gidemedim; pazartesi kapalıymış. Zaten eldeki dolarlar kısıtlı, kabul edileceklerinin garantisi yok ıvır zıvır almama sözü verdim kendime; dönüş nasıl olsa Yangon'dan bakarız bir ara...
Şehirde Çin mahallesi de var, orası daha eğlenceli. Ulaşımın yolu taksiler ki önce gideceğiniz yeri anlatmak sonra da pazarlık yapmanız lazım. Yoruluyor insan. Şehirde ve ülkenin genelinde güneş batınca hayat bitiyor. Yollar karanlık, arabalar far kullanmıyor çünkü yedek parça yok, bozulmuş kalmış. Elektrik özellikle kurak mevsimde sıkıntı. Yine de bir turist için en güvenli ülkelerden birisi dünya üzerinde.
24 saat geçirip Mandalay'a doğru yola çıkıyorum; uyuz otel sahibi gider ayak iyi davranıyor bana. Seçimden falan bahsediyoruz, gitmeden uğra sana anlatacaklarım var diyor. Ajan mı ne?
Şehrin en görkemli anıtı Shwedagon Pagoda. 100 metre uzunluğunda 2500 yıllık bir tapınak burası. Oldukça geniş bir alana yayılmış. Kapıdan girince huzurlu bir ortama ayak basmış oluyorsunuz. Rüzgarda ses çıkartan ziller, uçuşan kırlangıçlar, meditasyon yapanlar... Ben de öyle otururken emekli bir İngilizce öğretmeniyle tanıştım, epey sohbet ettik (biraz gevezeydi kendisi). Tapınakta yer alan şeyleri, anamlarını, hikayelerini anlattı; Budist değilsen havada kalıyor çoğu şey. Sonra gezegen falıma baktı, politika konuştuk, çıkıp yemek yedik, akşam da bu görkemli anıtın pırıl pırıl ışıklandırılmış halini seyrettik.
Şehirde dolaşmaya başladım,her sokakta kolonyal dönem binaları. Hepsi pek eski, kapıda 1925 yılında inşa edildiği yazıyor; muhtemelen de o tarihten beri badana bile görmemiştir. Devlet binaları boyanmış tabii rengarenk. O sıcakta yürüdüm mümkün olduğu kadar ama nem ve trafik de eklenince bir yere kadar dayanabiliyor insan. Pek övülen Bogyoke Market'e gidemedim; pazartesi kapalıymış. Zaten eldeki dolarlar kısıtlı, kabul edileceklerinin garantisi yok ıvır zıvır almama sözü verdim kendime; dönüş nasıl olsa Yangon'dan bakarız bir ara...
Şehirde Çin mahallesi de var, orası daha eğlenceli. Ulaşımın yolu taksiler ki önce gideceğiniz yeri anlatmak sonra da pazarlık yapmanız lazım. Yoruluyor insan. Şehirde ve ülkenin genelinde güneş batınca hayat bitiyor. Yollar karanlık, arabalar far kullanmıyor çünkü yedek parça yok, bozulmuş kalmış. Elektrik özellikle kurak mevsimde sıkıntı. Yine de bir turist için en güvenli ülkelerden birisi dünya üzerinde.
24 saat geçirip Mandalay'a doğru yola çıkıyorum; uyuz otel sahibi gider ayak iyi davranıyor bana. Seçimden falan bahsediyoruz, gitmeden uğra sana anlatacaklarım var diyor. Ajan mı ne?
13.09.2010
tatil sonrası ilk gün çalışmak mı dedin?
12.09.2010
sakalla gidemediğim iş benim değildir
Geçen sene yazmıştım, bu sene de değişen bir şey yok. Bu vesileyle Emma Goldman'ı anıp Reds'i izlemenin yollarını arayayım.
11.09.2010
bayram
Bayram dediğin şey tatil benim için. Eskiden üç beş kişiyi arardım mutlu etmek için artık onu da yapmıyorum; nitekim beni arayan da yok artık.
Dün bir ara dışarı çıktım herkes şık şık giyinmiş ziyarete gidiyor/geliyor. Benimse üstümde eski bir pantolon, dandik bir tişört. Zaten sonbahar hissettiriyor kendisini iyice, güzel bir poyraz...
Yalnız yaşamak iyi hoş da yalnız yaşlanmak iyi mi bilemedim eve dönerken. Bir de bu evden ve semtten ne kadar çok sıkıldığımı anladım. Sonra etrafı toplayayım diye düşündüm, maşallah 24 saat içinde iyice dağıtmışız mutfağı. Sonra uyuya kalmışım, nasıl olsa erken kalkıyorum değil mi?
Dün bir ara dışarı çıktım herkes şık şık giyinmiş ziyarete gidiyor/geliyor. Benimse üstümde eski bir pantolon, dandik bir tişört. Zaten sonbahar hissettiriyor kendisini iyice, güzel bir poyraz...
Yalnız yaşamak iyi hoş da yalnız yaşlanmak iyi mi bilemedim eve dönerken. Bir de bu evden ve semtten ne kadar çok sıkıldığımı anladım. Sonra etrafı toplayayım diye düşündüm, maşallah 24 saat içinde iyice dağıtmışız mutfağı. Sonra uyuya kalmışım, nasıl olsa erken kalkıyorum değil mi?
9.09.2010
maltalı ilah corto
1887 La Valetta doğumlu, babasından dolayı İngiliz vatandaşı, anne tarafından İspanyol çingenesi kanı taşıyan, Antigua'da murim, evi Hong Kong'ta olan romantik, bireyci, sarkastik bir kahraman Corto Maltese. Ama ne dini vardır ne milliyeti. Kendi donanmasının kaptanıdır söylediği gibi.
10 yaşında usturayla elinde bir kader çizgisi oluşturan, Çin'de, Arjantin'de, İtalya'da, Güney Pasifik'te, Brezilya'dan Peru'ya Latin Amerika'nın değişik köşelerinde, İrlanda'da, Yemen'de, Etiyopya'da, Hong Kong'da, Sibirya'da, Anadolu'da, Semerkand'da ve daha nice yerde maceradan maceraya koşan ve İspanya İç Savaşı sonrası ortadan kaybolan, Şili'de sakin bir hayat yaşamaya başlayan bir kahraman.
Jack London, John Reed, Kızıl Baron, Enver Paşa, Deli Molla, Roman Ungern von Stenberg, Butch Cassidy yolunun kesiştiği ünlülerden bazılarıdır Corto'nun. Corto zaten hep bir yolculuk halindedir çünkü olduğu yerde de mutlu değildir. Yeni bir hikayeye atılmak için bahanesi hazırdır; genelde para için yapsa bile ganimeti annesine göndererek bahanesini yok etmek istemez belki de.
Bir şans verilse olmak isteyeceğim kişidir Corto. Çünkü "gitmek" vardır Corto'nun eylemlerinin temelinde ve iyice bakmak lazım bu "gitmek" eylemi nereye düşüyor. Yaşadığınız çevre, hayat, kök salmak o kadar daraltıyordur ki sizi fırsatını bulsam da tüysem diyorsunuzdur. Ne gideceğiniz yer bellidir ne de amaç. Göstermelik bahanelerle düşersiniz yola varılacak yere varınca da bir sonraki güzergah çeker sizi. Melankoli yatar temelde. Gitmek için çıldırdığınız yerde bile mutlu değilsinizdir. Boş boş ufuğa dikersiniz gözlerinizi. Zaten aidiyet duygunuz da olmamıştır pek...
Bu yazıyı bir Corto Maltese repliğiyle bitirelim:
-Ya sen Corto ne yapacaksın?
-Ben de gidiyorum, öylesine, gitmiş olmak için...
10 yaşında usturayla elinde bir kader çizgisi oluşturan, Çin'de, Arjantin'de, İtalya'da, Güney Pasifik'te, Brezilya'dan Peru'ya Latin Amerika'nın değişik köşelerinde, İrlanda'da, Yemen'de, Etiyopya'da, Hong Kong'da, Sibirya'da, Anadolu'da, Semerkand'da ve daha nice yerde maceradan maceraya koşan ve İspanya İç Savaşı sonrası ortadan kaybolan, Şili'de sakin bir hayat yaşamaya başlayan bir kahraman.
Jack London, John Reed, Kızıl Baron, Enver Paşa, Deli Molla, Roman Ungern von Stenberg, Butch Cassidy yolunun kesiştiği ünlülerden bazılarıdır Corto'nun. Corto zaten hep bir yolculuk halindedir çünkü olduğu yerde de mutlu değildir. Yeni bir hikayeye atılmak için bahanesi hazırdır; genelde para için yapsa bile ganimeti annesine göndererek bahanesini yok etmek istemez belki de.
Bir şans verilse olmak isteyeceğim kişidir Corto. Çünkü "gitmek" vardır Corto'nun eylemlerinin temelinde ve iyice bakmak lazım bu "gitmek" eylemi nereye düşüyor. Yaşadığınız çevre, hayat, kök salmak o kadar daraltıyordur ki sizi fırsatını bulsam da tüysem diyorsunuzdur. Ne gideceğiniz yer bellidir ne de amaç. Göstermelik bahanelerle düşersiniz yola varılacak yere varınca da bir sonraki güzergah çeker sizi. Melankoli yatar temelde. Gitmek için çıldırdığınız yerde bile mutlu değilsinizdir. Boş boş ufuğa dikersiniz gözlerinizi. Zaten aidiyet duygunuz da olmamıştır pek...
Bu yazıyı bir Corto Maltese repliğiyle bitirelim:
-Ya sen Corto ne yapacaksın?
-Ben de gidiyorum, öylesine, gitmiş olmak için...
8.09.2010
burma: prelüd
Zor bir ülke Burma. 1970leri yaşayan, her an takip edilip gözlendiğiniz kapalı bir ülke. Ülkeye giriş için de elbette vize gerekiyor ve 1 Mayıs 2010 itibariyle visa on arrival uygulamasına başlandı. Havaalanına varıp 2 fotoğraf+30 dolar karşılığında 28 günlük vizenizi alabiliyorsunuz. Ya da alabiliyordunuz keza 1 Eylül itibariyle tam da seçimler öncesi bu uygulama askıya alındı; ben de bir haftayla yırtmış oldum. Elbette Bangkok'tan büyükelçiliğe başvurup almak da mümkün vizeyi ama adınız googlle'lanıyor bu arada unutmayın.
Bir başka sıkıntılı mesele de para. Ülkede ATM cihazı yok bu sebeple gerekli parayı yanınızda getirmek zorundasınız. Bu sefer de paranın durumu sorun olabiliyor. Paralar (ki dolar olarak okuyunuz) gıcır gıcır ve lekesiz olmalı, 100 dolarlık banknotlar AB, BC ve CB serilerinden olmamalı. Aksi taktirde aç kalırsınız ülkede. Ayrıca paranızı bozdurup kyat (okunuşu çat) yapmanız lazım. Resmi kur 1'e 45 iken kaldığınız yerde 1'e 980, pazarda 1'e 1100 oluyor. En iyi oran Yangon'dayken küçük şehirlerde doğal olarak düşüyor. Ha gıcır parayı verince aldığınız banknotlarsa bildiğiniz paçavra. Ayrıca elinizde kalan kyatların ülke dışında geçmediğini de hatırlatayım.
Konaklama, uçak, tren ve arkeolojik bölge girişlerinin dolar diğer tüm harcamaların kyat olarak yapılacağını düşününce "ne kadar bozdursam?" sorusunun formüle edilmiş hali pek olmuyor. Ama tavsiyem harcayacağınızı düşündüğünüzün iki katını getirin keza o güvendiğiniz banknotların reddedilme ihtimali var kendimden biliyorum.
Peki diyelim ki eldeki dolarlar temiz değil ve az sonra uçağınız (ülkeye karadan giriş imkansız) kalkıyor, ne yapacaksınız? Basit efendim: Bangkok'ta bir sürü döviz bürosu var havaalanında gidip rica edin değiştiriyorlar; ama buradaki önemli nokta genç kızlardan rica etmek. Erkekler ve yaşını almış kadınları ikna edemedim ben.
Uçak inişe geçince aşağıda yemyeşil arazileri ve kahverengi nehirleri görüyorsunuz. Yangon Uluslararası Havaalanı'na hoş geldiniz...
7.09.2010
golden smile inn
Gözlerimi açıp tavana diktim. Koyu kahverengi, ahşap, eğri büğrü bir tavan. Duvarlar galiba beyaz ama parmak izlerini görmek mümkün her yerde. Sol tarafımda bir vantilatör çalışıyor ama bana hayrı yok; sağ tarafta ise klima beyaz bir duman üflüyor ama onun da kendine bile hayrı yok; zaten yatağın yanına da su damlatıyor. Sonra düşünüyorum: neredeyim? hangi şehir? hangi ülke? bugünün tarihi ne? niye buradayım? Koopere olduktan sonra odaya bakıyorum: sol taraftaki yatakta iki Fransız çıtır yatıyor. Daha önce hep hayalini kurduğum şey ilgimi çekmiyor artık. Onların yanındaki yataktan ise horultu geliyor. Saçma sapan bir yolculuk sonrası kendimizi buraya attığımız aklıma geliyor ve ben ilk defa saat 11'de kalkıyorum bir sabah.
Aradan 24 saat geçiyor. Bu sefer bildiğim, tanıdığım, olmak istediğim yerdeyim. 2,5 haftalık ilginç bir deneyim yaşayıp evime dönüyorum. Çünkü ilgimi çeken şeyler burada artık...
Aradan 24 saat geçiyor. Bu sefer bildiğim, tanıdığım, olmak istediğim yerdeyim. 2,5 haftalık ilginç bir deneyim yaşayıp evime dönüyorum. Çünkü ilgimi çeken şeyler burada artık...
5.09.2010
hadi kalk artik yatagina yat
onumuzdeki 48 saatin 30 saatini yollarda gecirecegim; bekleme suresini saymiyorum tabii. neyse bir seyahatin daha sonuna geldik, bu seferki erken bitmek zorunda kaldi ne yapalim.
donunce yazariz neler olup bittigini.
kendine iyi bak blog.
donunce yazariz neler olup bittigini.
kendine iyi bak blog.
1.09.2010
bagan
bagan'da bisiklete bindim, tapinak tirmandim blog. yarin cok zor bir yolculukla inle golu'ne geciyorum. yarisini gectik seyahatin. istanbul'da kalanlari ozledim bir yandan da yahu...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)